13 Haziran 2018 Çarşamba

İLK TASLAK "CUMHURİYETÇİ DEMOKRAT PARTİ İLKELER VE HEDEFLER" (Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN, Yeni Cumhuriyet Programı-Alıntı, Derleme ve Düzenleme "öneri ve tasarı")

CUMHURİYETÇİ DEMOKRAT PARTİ İLKELER VE HEDEFLER (*) 

GEREKÇE:
Yirminci yüzyılın başlarında imparatorluklar dağılırken, ortaya çıkan bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti, bir asır sonra, yirmi birinci yüzyılda yoluna devam ederek kurucu önderin hedef olarak ortaya koyduğu, “sonsuza kadar var olma yolunda” kendini yenileme noktasına gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti, varlığını temsil eden kurucu önderliğin “Türk ulusunun” egemenliğini sağlamak amacıyla kurulmuş, kendine özgü bir devlet modeli olup; Demokratik, laik ve sosyal, tam bağımsız, hür ve hükümran bir hukuk devletidir.

GENEL DURUM:
Devletin kuruluşundan bu yana, yıllar geçtikçe milli mücadelenin heyecanı yitirilmiş, coşku yok olmuş; Zamanla umutlar boşa çıkmış ve halkın tutunduğu dallar kırılmıştır. Batıya yaklaştıkça çılgınca tüketim eğilimi artmış, üreterek kazanma hevesi söndürülmüş; Toplumun geleneksel dokusu bozularak insancıl değerler yıkılmıştır. Yaşadığımız coğrafyanın getirdiği ikilemler aşılamamış, giderek kutuplaşmalar daha da tırmanarak kesinleşmiş; Cumhuriyetin kuruluşundan gelen kamu yararı kavramı bir yana itilmiş, kamuya hizmet anlayışı terk edilmiş özel çıkarlar doğrultusunda kamu yönetimi yozlaştırılmıştır. Emperyalist çıkarlar yönünde dışarıdan bağımlı bir ekonomik yapı dayatılmış ve ülkenin yeniden yarı sömürge durumuna düşürülmesi yönünde içeride bir düşünce terörü estirilmiştir. Batı hegemonyası geliştikçe, sömürgeleşen ülkede niteliksizlik her alana yayılmış; Dış baskılar sonucu zayıflayan devlet bünyesinde demokrasi cumhuriyeti kemirmeye başlamış ve cumhuriyet rejimi fazlasıyla yara almış ve çağdaş cumhuriyet rejimi bu noktada tasfiye edilme aşamasına getirilmiştir.
Her yönü ile çürüyüş ve çöküşe mahkûm edilmek istenen Türk devletinin, yeniden toparlanıp uluslar arası alanda eskisi gibi güçlü olabilmesi için, Türk ulusu ve devletinin bir diriliş çıkışı zorunlu olmuştur. Akla, bilime ve Türk halkının ulusal çıkarlarına uygun olacak bir yeni çıkış için, cumhuriyetin yenilenmesi ve bu doğrultuda ortaya yeni bir cumhuriyet programının konulması şarttır. Dünyanın tam ortasında inkılâpçı bir atılımla kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetinin eskisi gibi yeniden dirilebilmesi için, yarım kalan Türk inkılâbının cumhuriyetçi bir program ile tamamlanması gerekmektedir. Dışarıdan bir küresel saldırı ile karşı karşıya kalan Türk devletinin, içinde bulunduğu dönemi doğru değerlendirerek, tam bağımsızlığı her yönden koruyacak bir ulusal çıkış yapması zorunludur. Yirminci yüzyılın ulus devletler çağını iyi değerlendiren Türk ulusunun yoluna, yeni bir cumhuriyetçi atılımla devam etmesi zorunludur. Yani, Türkiye Cumhuriyeti anayasasının başlangıcında belirtilen “temel ilkeler” doğrultusunda yeni bir cumhuriyetçi programın uygulamaya girmesi gerekmektedir.
Demokrasi adına cumhuriyet devletinin tasfiyesini dayatan küresel emperyalizme karşı ulus devletin gücünü artırmak ama bunu yaparken de, demokratik rejime bağlılığı koruyarak hareket etmek, Türk ulusunun önüne yeni bir sınav daha çıkarmaktadır. Her türlü demokrasi dışı ve ara rejim girişimlerine, milli egemenlik adına karşı koyacak bir ulusal refleksin devreye girmesiyle, Türkiye Cumhuriyeti geleceğe dönük yeni yapılanmasını bir ulusal program çerçevesinde gerçekleştirebilir. Devletin kurucu önderi Atatürk’ten gelen inkılâpçı birikim bu gün de Türk ulusuna yön göstermektedir. Türk devleti, ulusal kurtuluş savaşından gelen çağdaşlığa yönelme eğilim ve uygarlıkçı tutumunu sürdürecek ve Atatürk döneminde Halkçılık programı ile başlayan siyasal mücadelesini, bugün yeni bir cumhuriyet programı ile tamamlayarak yoluna devam edecektir. Yüzyıla yaklaşan bir dönemde var olan Türkiye Cumhuriyetinin gelecekte de varlığını sürdürebilmesi için devletin aksayan yönlerinin giderilmesi, toplumun karşı karşıya kaldığı sorunların çözülmesi, bugünün gelişmiş ülkeleri ile baş edebilecek düzeyde güçlü bir Türk devletinin yeniden yaratılabilmesi için cumhuriyetçi bir atılımı gerçekleştirecek bir cumhuriyet projesine acilen ihtiyaç duyulmaktadır.

AMAÇLAR, İLKELER VE HEDEFLER
-ANAYASA VE DEVLET SORUNU:

Devletin demokrasi esaslarına göre çalışması cumhuriyet rejiminin özüne ve ilkelerine hiçbir zaman aykırı olmamak zorunda ve durumundadır.
Ulus devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin merkezi ve milli yapılanmalarını güçlendirecek bir milli idari reforma acilen gerek vardır. Ayrıca, I921 anayasasının uygulanması sırasında kurucu idarenin devletin taşra örgütünü denetlemek üzere tesis ettiği umumi müfettişlik kurumu yeni dönemde genel valilik olarak gündeme getirilerek, yerel yönetimler bakanlığı ile yerel yönetimler arasında bir uygulama köprüsü kurulmalıdır.
Bu nedenle, acilen yeni bir kanun çıkartılarak bütün şehir uygulamalarına son verilmesi ve Avrupa’da uygulanmayan yerel yönetimler özerklik şartının Türkiye’de kabul edilmesi öncelikle önlenmelidir. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesiyle birlikte, merkezi idarenin taşra örgütlenmesi de gündeme getirilecek milli idari reform sayesinde yeniden ele alınarak üniter devlet modeli çizgisinde güçlendirilecektir.
Yargı en üstteki yüksek organlardan en alttaki birinci derece mahkemelerine kadar her türlü siyasal baskı ve yönlendirmenin dışında hareket ederek, siyasal iktidarlar üzerinde hukukun denetimini kuracaktır.
I961 anayasasında var olan çift meclis sistemi, siyasal iktidarın denetimi ve frenlenmesi için batı ülkelerinde olduğu gibi cumhuriyet senatosunun kurulmasıyla yeniden tesis edilecektir.
Milli idari reform ile devlet yapısı daha da büyütülerek güçlendirilirken yeni bakanlıkların kurulmasına da öncelikli bir biçimde yer verilmelidir. Bunun için çeşitli bölgelerdeki alt kimlikçi yapılanmalara karşı ülke birliğinin korunması doğrultusunda üst kimlik olarak Türklüğü benimsemiş olan vatandaşların devreye girerek, ülke içindeki kopma eğilimlerine karşı denge kurmaları sağlanmalıdır. Türklerin Türkiye’ye yeniden yerleşmeleri sağlanarak Türk toprakları ile Türk vatandaşları arasında kopmaz bağlarla yeni bir tür birliktelik devletin yeni bir yaklaşımı olarak geliştirilmelidir.
Ankara merkezli yeni bir yapılanma planı sayesinde, Türklerin Türkiye’nin her köşesine yeniden dengeli bir biçimde yerleşmeleri sağlanarak, yeni kurulacak Göç Bakanlığı aracılığı ile iç ve dış göçler yolu ile yeni gelen insan topluluklarının ülkenin bütünleşmesine katkı sağlayacak düzeyde bir yeni yapılanmanın önü açılmalıdır. Aynı bölgede kurulmuş olan Türk devleti de benzeri önlemleri alarak ülke ve devlet birliğini koruma hakkını kullanacaktır. Üç kıta arasında yer alan merkezi alandaki emperyal gelişmeler ve nüfus hareketlerinin yeni devlet yapılanmalarını zorladığı için merkezi konumdaki Türk devletinin varlığını sürdürebilmek için kendini koruyucu önlemler alması gerekmektedir.

B- ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE DIŞ POLİTİKA
Dünyanın orta alanındaki yeni devletleşme projelerine karşı, Türkiye’nin öncülüğünde bölge devletlerinin bir araya gelerek dayanışma içerisinde bir Avrupa Birliği ya da Afrika Birliği gibi, aynı doğrultuda bir Merkezi Devletler Birliğinin oluşturulması, hem merkezi devletlerin korunması hem de bunlar arasında bir bölgesel yapılanmanın Avrupa’da olduğu gibi gündeme getirilerek emperyalist ya da Siyonist müdahalelerin bölge devletleri üzerinde baskısının önlenmesi açısından önemlidir., İngiltere’nin Yakın Doğu Konfederasyonu, ABD’nin Büyük Orta Doğu, İsrail’in Büyük İsrail Projelerine karşılık, Türkiye Cumhuriyeti devleti de kurucu önder Atatürk’ün yolundan giderek, bölgenin diğer önemli devleti olan İran ile bir araya gelerek yeni bir Sadabat Paktını Merkezi Devletler Birliği olarak ortaya koyabilmelidir.
Azerbaycan’ın başkentinde ikinci Bakü Kongresi toplanmalı ve soğuk savaş sonrası dönemde merkezi alandaki devletlerin bir araya gelerek kendi ve bölge güvenlikleri için bir bölgesel ittifakın temelleri atılmalıdır. Bakü’nün merkez olacağı bölgesel ittifakta Türk-İran ortaklığının temelini oluşturacağı bir bölgesel birlik içinde Irak, Suriye, Azerbaycan ve Gürcistan gibi komşu ülkeler katılmalıdır. Altı bölge devletinin oluşturacağı merkezi Devletler Birliğinde Nato benzeri bir güvenlik örgütlenmesi de Cento adı ile yapılmalı ve böylece ikinci kez merkezi devletler bir güvenlik örgütünün şemsiyesi altında bir araya gelerek hem teröre hem de üçüncü dünya savaşı girişimlerine karşı çıkmalıdır.
Merkezi alandaki çekişmelerin sonucu olan terör giderek bir üçüncü dünya savaşını tırmandırırken, Atatürk’ün ana ilkesi olan yurtta ve dünyada barış ilkesi bu kez komşular arasındaki dayanışma sayesinde Orta Doğu bölgesinde de uygulanabilmelidir. Böylece, doğu ve batıda oluşan sekiz büyük millet imparatorluğunun orta dünyayı ele geçirmelerini önleyecek bir büyük devlet yapılanması merkezi devletler birliği oluşumu sayesinde önlenerek merkezi alana barış getirilebilecektir.
Sovyetler Birliği zamanında dış dünyaya kapalı kalan Türk dünyası ile yakın ilişkilerin önümüzdeki dönemde öncelikli olarak ele alınması gerekmektedir. Türkiye’nin doğuya açılımının İslam dünyası çizgisinde yapılması cumhuriyetin laik devlet yapılanmasını devre dışı bıraktığı için Türkiye giderek Arabistan’a benzemektedir. Türkiye’nin doğru çizgide doğuya açılımının Türk dünyası üzerinden olması gerekmektedir. Türk devleti kesinlikle Türk dünyası üzerinden doğuya açılmalıdır. Türkiye dünyanın jeopolitik merkezinde yer aldığı bilinci ile hareket ederek doğu-batı ve kuzey-güney dengelerine dikkat etmek zorundadır. Türkiye Avrupa Birliğine üye olarak alınmayacağını bilerek Avrupa ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeli ve Avrupa dengelerini Arap ve İslam ülkelerine karşı kullanabilecek düzeyde esnek bir diplomasi ile Türkiye bulunduğu yerdeki güçlü konumunu koruyabilmelidir. ABD ile ilişkilerde Türkiye hiçbir zaman askeri üs ya da sınır karakolu olarak kullanılmamalı ve savaş alanlarına piyon ya da taşeron konumlarında sürülmemelidir. İki çağdaş ülke olarak Türkiye ve ABD ortak çıkarlar doğrultusunda dayanışma sağlamayı başarabilmelidir.

C - EKONOMİ VE MALİYE
Özelleştirmeler yolu ile ulus devletlerin mallarına el konulmasına son verilmeli ve bu doğrultuda kamulaştırma işlemlerine başlanarak, yeniden devlin kendi ekonomik alanına egemen olabilmesinin yolu açılmalıdır. Özelleştirme kurumu kapatılarak bunun yerine yeni bir kamulaştırma kurumu oluşturulmalı ve devletin elinden alınan eski Kamu Ekonomik Kurumları yeniden kurulmalıdır. Halkın yokluğunu açıktan hissettiği her alanda, yeni bir Kamu Ekonomik Kuruluşunun oluşturulmasına öncelik verilmelidir.
Haksız ve aşırı dengesiz bir ekonomik gidişe karşı çıkmak ve bunu durdurmak bir ulus devletin öncelikli görevi olmalıdır. Acilen servet dağılımı yeniden ele alınıp, toplum kesimleri arasındaki anayasal eşitlik ilkesine daha yakın bir bölüşme sistemi tesis edilmeli; Devletin sahip olduğu ekonomik değerlerin halka eşit ve adil ölçülerde dağıtımı sağlanmalıdır.
Küreselleşme aşamasında devre dışı bırakılan Devlet Planlama kurumunun yeniden eskisi gibi çalışması sağlanmalı ve bu kurumun sağlayacağı kalkınma planları doğrultusunda yeniden planlı ekonomiye dönülmelidir. İzmir İktisat Kongresinde devletin kuruluşta kabul edilen ulusal ekonomi ilkesinin her türlü emperyal ekonomik plana karşı kararlı bir biçimde uygulamaya aktarılması bir an önce gerçekleştirilmeli, Devlet vatandaşlarına planlı bir ekonomi içerisinde gelecek güvencesi sağlamalıdır.
İMF ve Dünya Bankası tarafından uygulanan borçlandırma ve kredilendirme programlarına bir an önce son verilerek, yeniden ulusal çıkarlar doğrultusunda bağımsız ekonomiye öncelik verilerek köle yetiştirme düzenine bir son verilmelidir. Batılı ülkeler ile şimdiye kadar imzalanan ve Türkiye’yi bir sömürge durumuna düşüren gizli ikili anlaşmalara artık bir son verilmelidir. Türkiye’nin yeniden sömürgeleşmesine yol açan batı kaynaklı emperyal politikalar yerine, eşit ilişkilere dayanan yeni ekonomik açılımlar dünyanın çeşitli bölge ve ülkelerine karşı uygulama alanına getirilmelidir. Asya yatırım bankası ya da Güney’in Bankası gibi ülke kalkınmasına öncelikli olarak yer veren uluslar arası ekonomik yapılanmalara ağırlık verilerek, böylesine oluşumlar içerisinde diğer devletler ile birlikte ortak bir dayanışma düzeni doğrultusunda yer alınmalıdır.
Küresel kapitalizmin baskıları ile kapatılmış olan kamu bankaları yeniden açılarak, bankacılık sisteminin tekrar kamu bankalarının denetimi altında yer alması sağlanmalıdır. Sanayi bankası olarak Sümerbank, Konut bankası olarak Emlakbank, maden bankası olarak Etibank, Ticaret Bankası olarak Türk Ticaret Bankası, Denizcilik Bankası olarak Denizbank yeniden kamu bankaları statüsünde kurularak, bankacılık sisteminin batılı emperyalistlerin kontrolü dışına çıkarılması sağlanmalıdır.
Ayrıca, Oyak isimli yardımlaşma kurumunun kurmuş olduğu Oyakbank’ın yeniden açılması sağlanarak, paraya gereksinme duyan toplum kesimlerinin maddi anlamda desteklenmeleri sağlanabilmelidir. Oyakbank’ın satışının iptali ile askeri kesimin zenginleşmesi daha kolay sağlanabilecek, güçlenen Türk sanayi sektörünün askeri kesim ile daha zengin koşullarda birlikte olabilmesi ile Türk ekonomisi rakip ülkeler ile olan yarış içinde daha iyi konumlara gelebilecektir. Bu aşamada, Atatürk’ün bankası olan Türkiye İş Bankasının küresel sermayeye satılması önlenmeli ve bu doğrultuda bankanın geleceğini güvence altına alacak yeni bir sistem geliştirilmelidir. T.C. Merkez Bankasının statüsü yeniden belirlenmeli ve bu banka içindeki sermaye yapılanmasının dış güçler tarafından kullanılması önlenmelidir.
T.C. Merkez bankasının yeniden kurulmasıyla, banka hissedarı konumundaki batılı emperyalist devletler ve şirketler, kurumun bünyesinden çıkartılmalıdırlar. Yüz yıllardır Türklerin elinde olan İstanbul kentinin yeniden Bizans’a dönüştürülmesi planları doğrultusunda kurulmuş olan İstanbul borsası kaldırılmalı, Ankara’da yeniden Kuvayı Milliye Ankara’sı olarak örgütlenmeli ve ekonomik bağımsızlık savaşı ile ulusal kurtuluş savaşını tamamlamalıdır.
Ülkeyi bölmeyi ve geleceğin eyalet devletleri oluşturmayı hedefleyen Ekonomik Kalkınma Ajansları uygulamalarına bir an önce son verilmelidir.
Türkiye ekonomik alanda yüksek teknolojiye dayanan üretim düzenini, bağımsız ekonomisi için bir an önce kurmak zorundadır.
Avrupa Birliğine giriş sürecinde Avrupa’nın önde gelen büyük ülkelerinin engellemeleriyle devre dışı bırakılan Türk tarımının yeniden ele alınması sağlanmalıdır.
Halk kitlelerinin kenar mahallelere toplanarak herkesin alışveriş merkezleri üzerinden piyasaya teslim edilmeleriyle ilgili uygulamalara son verilmesinin zamanı gelmiştir.
Uzay çağının ve geleceğin ekonomisindeki enerji gereksinmesini karşılayacak önemli madenlerin Türk topraklarında bulunduğu hususu dikkate alınarak, yeni bir ulusal madencilik projesinin devreye sokulmasında çok büyük kamu yararı bulunmaktadır.
Bağımsız bir ülkenin bütçesi ulusal gelir kaynakları ile yapılır.
Tam bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti için Türkiye’nin maliye ve ekonomisinin yeniden milli güçlerin denetimi altında Türk devletinin kontrolü altına girmesi gerekmektedir.
Ülke ekonomisinin piyasalar üzerinden denetimine son verilerek yeniden Türk halkının ulusal çıkarları doğrultusunda devlet merkezli bir uygulamaya geçilebilmesi için kamu sektörünün genişletilmesi gerekmektedir.

D- EĞİTİM VE KÜLTÜR
Aslında her ülkenin ve devletin kendi eğitimine ve kültürüne sahip çıkma ve bunları yeniden üretme hakkı doğal olarak vardır.
Türk ulusunun uluslaşma sürecinin tamamlanabilmesi için, Kültür Bakanlığının adının Milli Kültür Bakanlığı olarak değiştirilmesinde ulusal yarar vardır.
Eğitim alanının bir kamusal alan olduğunun öncelikle kabul edilmesi gereklidir.
Bunun benimsenmesi sonrasında eğitimin parasız olması ve toplumun her kesiminden gelen gençlere aynı düzeyde etkin ve kaliteli eğitimin verilebilmesi sağlanmalıdır.
Türkiye cumhuriyetinin en önemli özelliklerinden birisi de cumhuriyet eğitiminin birliğinin sağlanması olmuştur.
Gelişmiş batı ülkelerinde görüldüğü gibi, yaşam boyu eğitim programlarının geliştirilebilmesi için her şehir ya da ilçede yaşam boyu eğitim merkezleri kurulmalıdır.
Yüksek öğretim düzeni yeniden ele alınarak bugün gelinen aşamadaki bilgi düzeyi doğrultusunda yeniden bir değerlendirme yapılmalıdır.
Eğitimin yanı sıra kültür alanında da yeni bir atılıma ihtiyaç vardır.
Kültür Bakanlığının yeniden ele alınarak düzenlenmesi Türk kültürünün gelişimi açısından zorunludur.

E- SAĞLIK VE SOSYAL GÜVENLİK
Sağlık alanı insanların yaşam haklarını güvence altına aldıkları bir kamusal alan olmaktan çıkartılmaktadır. Öncelikle bu durumun önlenmesi ve daha sonra da sağlık ve yaşam haklarına uygun bir çizgide sağlık alanının yeniden bir kamusal alan olarak düzenlenmesi gerekmektedir.
Devlet hastaneleri ile birlikte üniversite hastanelerine de el konularak bunların özelleştirilme görüntüsü altında Amerikan ilaç şirketlerinin kontrolü altındaki uluslar arası sağlık firmalarına devredilmeleri oyunu ortaya çıkınca.. Bu durumun bir an önce düzeltilebilmesi için üniversite hastanelerinin yeniden rektörlüklere devredilerek tıp eğitim düzeninin yeniden kurulması gerekmektedir. Sağlıkta reformun, küresel şirketlerin çıkarları doğrultusunda değil ama insan haklarının en üst düzeyde geliştiği bir aşamada sağlık hakkı doğrultusunda olacağı yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştır. Gerçeklerin aşırı kazanç uğruna görmezden gelinmesiyle reform yapılamamış, yeniden eskisi gibi bir kamusal alan düzenlenmesi gündeme gelmiştir.
Koruyucu sağlık hizmetlerinin kişilere yönelik ya da çevreye yönelik olmak üzere iki başlık altında ele alınması ve zaman içerisinde gelişmelerinin sağlanması gerekmektedir.
Türkiye’de giderek çevre kirliliğine sürüklenirken bir çevre makro planının acilen devreye sokulması gerekmektedir.
Dünyanın gelir dağılımı en bozuk ülkelerinden birisinin Türkiye olması dikkate alınarak, devletin sosyal güvenlik hizmetlerine bu açıdan da önem vererek yaklaşması gerekmektedir.
Açlık sınırında yaşayan orta tabakalar ile işsizliğe mahkûm edilen emekçi kitlelerin bütün sosyal giderlerinin devlet tarafından sırtlanması zorunlu hale gelmiştir.
Bir İslam ülkesi olan Türkiye’de kadının toplumdaki yeri her zaman için tartışma konusu olmaktadır. Kadının siyasette, toplumda ve bürokraside konumunu güçlendirerek kadın çalışan sayısının artırılması gerekmektedir. Kadınları erkeklere muhtaç durumdan kurtaracak düzeyde iş ve çalışma olanaklarına kavuşturmak gerekmektedir. Yasalar ve hukuk makamları önünde erkeklerle birlikte eşit koşullara sahip olan kadınların, erkeklere karşı korunmaları ile de ilgili önlemlerin alınması zorunludur.

F- HUKUK VE DİN
Hukuk ve din alanlarının birlikte ele alınmalarında, ülkenin ulusal çıkarları açısından büyük yarar vardır.
Türkiye Cumhuriyeti de bir anayasal devlettir ve anayasaya dayanan bir hukuk düzenin üzerinde kurulmuştur. Bu nedenle Türk devleti öncelikle bir hukuk devletidir ve her türlü işlemi kesinlikle hukuka dayanmak zorundadır.
Küreselleşmenin getirdiği yeni hukuk uygulamaları hukuk alanına yeni katkılar getireceğine başka handikaplar getirmiştir.
Kamu denetçiliği kurumu, idari yargıya paralel bir yapılanma getirerek uygulamada düplikasyonlara yol açmıştır. Hakemlik uygulamaları ise, küreselleşme sürecinde karşı tarafı yabancı olan kesimlere yaramıştır.
Ayrıca arabuluculuk uygulamaları da bir anlamda devletin resmi hukukunu devre dışı bırakan özel hakemlik kurumuna dönüşme eğilimi göstermiştir. Her üç yeni kurum, küresel emperyalizm tarafından desteklenerek bütün devletlere empoze edilirken, yerleşik devlet yapılarının üretmiş olduğu ulusal hukuk dışlanmış ve denetçi, hakem ve de arabulucu kişiler üzerinden hukukun bireyselleştirilmesi sağlanmak istenmiştir. Hukuka bireyselleşmeyi getirerek ulus devletlerin hukuk yapılarına zarar veren bu üç kurumun bir an önce kaldırılarak, ulus devlet hukukuna geri dönülmesi gerekmektedir.
Türkiye’de hem Müslümanların hem de gayrimüslimlerin, hem Sünnilerin hem de Alevilerin yaşaması din ve mezhep çekişmelerine neden olduğu için, cumhuriyetin kurucuları laik devlet düzeni içerisinde sorunu çözmek istemişlerdir. Bu nedenle, Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili kanun yeniden düzenlenerek bu kurumun çatısı altında Dinler Yüksek Kurulu ile Mezhepler Yüksek kurulu gibi iki ayrı yüksek kurulun getirilmesi ve bu organlarda dinler ile mezheplerin ayrı ayrı temsilcilerinin katılması, ülkede yaşanmakta olan çekişme ve çatışmaların aşılması açısından yararlı olacaktır. Avrupa’da iki bin yıl boyunca yaşanan din ve mezhep kavgalarının Orta Doğu’ya taşınması, üçüncü dünya savaşı tehlikesi nedeniyle kesinlikle önlenmelidir.
(*)YENİ CUMHURİYET PROGRAMI, Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder