12 Temmuz 2018 Perşembe

Demokrasiye ilk adım 'Müsademe-i efkârdan bari hakikat zahir olur' (4'LÜ TAKRİR) 7 Haziran 1945 Cumhuriyetin “İlk Demokrasi Manifestosu” 4'lü Takrir ve Kadim Demokrat Parti, Mustafa Nevruz SINACI

DÖRTLÜ TAKRİR, (7 Haziran 1945-7 Haziran 2018) 73. YIL, Cumhuriyet’in “İlk Demokrasi Manifestosu” Dörtlü Takrir, Tarihi ve Kadim Demokrat Parti..

Mustafa Nevruz SINACI
Gündeme geldiği her yerde, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk demokrasi manifestosu “Dörtlü Takrir” konusunda; İnatla, ısrarla tarihi gerçekleri inkâr, yalan, iftira, bilinçli karartma ve bilgi kirliliği yaratma amaçlı yanlış iddialarla karşılaşırız..
En çok ileri sürülen iddia: “Tam o sırada CHP, Doğu ve Güney Doğu Anadolu’nun en kötü ve köklü sorunu olan feodalite (toprak ağalığı), devlete rağmen hüküm süren aşiretçilik, baskı, sömürü, din istismarı ve despotluğa son verecekti” yalanıdır. Çünkü Atatürk’ün ısrarla istemesine ve defalarca gündeme getirmesine rağmen İnönü daima Toprak Reformu hakkında kanun yapmaktan kaçınmış, bilerek kaçmış, daimi takiyye ve şark kurnazlığı içinde ağalığa destek olup, arka çıkmıştır. Bahusus, 18 Mayıs 1945’de Meclise verilen, Nazi faşizmi ve Komünist ürünü antidemokratik gasp amaçlı ‘Çiftçi ve Köylüyü Topraklandırma Kanun Tasarısı’dır ki, bu tam bir aldatmaca, siyasi manevra ve vahim bir kirli oyundan ibarettir.
1945, bazı dönme-devşirme tarihçi ve güdümlü iddiacıların ileri sürdüğü gibi, Halk Partisi (CHP)’nin toprak reformu için çırpındığı değil; Tam aksine milli-manevi değerler ile Cumhuriyetin kazanımlarını pazara çıkartarak, bunalım, buhran ve gerilimi iyice tırmandırıp bıçağın kemiğe dayandığı ve milletin iyice bunaltıldığı, baskı altına alındığı bir dönemdir.
Zira:
8 Mayıs günü Avrupa da savaş bitti. General Alfred Jodl, Almanya’nın teslim belgesini imzaladı. Hitler 30 Nisan’da intihar etti. Sovyet lideri Stalin, Türkiye’den Kars, Ardahan ve Artvin’i istedi. İnönü panikledi. 19 Mayıs konuşmasında Amerika’ya yeşil ışık yaktı. Aynı dönemde Hükümet bütçesine Celâl Bayar, Adnan Menderes, Fuad Köprülü, Refik Koraltan, Emin Sazak, Hikmet Bayur ve Recep Peker red oyu verdiler. Mecliste görüşülmekte olan akıl, hukuk ve ahlâk dışı “Köylü ve Çiftçiyi Topraklandırma” Kanun Tasarısı ise şiddetle eleştiriliyor ve bunun bir rejim tuzağı olduğu ısrarla vurgulanıyordu.
Sonuçta “sahte, hile ve hülle toprak reformu” kanun tasarısı görüşmeleri akamete uğradı. 7 Haziran 1945 günü Atatürk'ün son başbakanı Celâl Bayar, Adnan Menderes, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan CHP Grubu'na “Dörtlü Takrir”i verdiler. Önerge, cunta, dikta ve sulta ile tıkanan ülke ve parti yönetiminde özgürlükçü bir anlayış içeren düzenleme zaruretini işaret ediyor ve “hak, adalet, hukuk ve demokrasi” düzenine geçilmesini öngörüyordu. Dörtlü takrir 12 Haziran 1945 günü husumetle reddedildi. Menderes, Koraltan ve Köprülü Eylül’de CHP’den ihraç edildi. Celâl Bayar da, önce milletvekilliğinden sonra da CHP’'den istifa etti.
Nihayet 01 Aralık 1945’de Celâl Bayar, bir parti kuracaklarını resmen açıkladı.
DEMOKRASİYE İLK ADIM
Şimdi tam zamanıdır. Akiller Heyeti’nin de âli gayretleri ile insan hakları, adalet ve hukuk adına söylenen yalanlar, Türk tarihine yönelik iftiralarla süratle uçuruma sürüklenen ülkemiz insanları ile “nisyan ile malul” görevli-sorumluların “ibret için” hatırlaması gerekir!..
Dörtlü Takrir Türk siyaset tarihindeki en önemli dönüm noktasıdır. Bu cesur, adalet ve hukuk değeri yüksek, siyaseten fevkalâde isabetli adım, Türkiye’nin adalet ahlâkı, hukuk ve demokrasiye geçmesinde ilk merhaledir. Bu önerge, dikta rejimini daha fazla sürdürmenin yanlış olduğunu, anayasal hak ve özgürlüklerin tanınması gerektiği vurgulamış ve neticede: “Memlekette demokratik usullerin daha geniş şekilde tatbikine geçilmesi” talep olunmuştur.
Aslında bu teşebbüs ve tepki; 11 Kasım 1938 “karşı devrimini” tamamlamak ve nihai hedeflerine ulaşmak için kullanılan menfur stratejinin beklenir sonucudur. İnönü ve şürekâsı strateji gereği Türk’ü cahilleştirip yoksullaştırarak; Milli, ilmî, dini ve manevi değerlerinden soyutlamak suretiyle; Emperyalizme karşı “çok sağlam ve kavi bir kale” akaidinde kurulu Türkiye Cumhuriyeti ile şerefli milleti, müstakbel emperyalistler.; Eş başkanlığa kul, her nevi kullanıma açık din tüccarı ve siyaset simsarları için müsait bir ortam hazırlamak istiyorlardı…
Oysa Atatürk’ün yegâne emel, ideal ve hedefi: Bu uğurda vaki denemeler olarak kabul edilen Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (Kasım1924) ile Serbest Cumhuriyet Fırkası (12 Ağusos1930) ile: Evrensel insan hakları, adalet ahlâkı, eşitlik, demokrasi, tam bağımsızlık, özgürlük ve hukuk ikliminde mes’ut, müstakar, özgür, zengin ve mutlu bir millet yaratmaktı. Bu yüksek ideal ve kutsal amaç, dönemin Milli Siyaset Belgesinde, şöyle ifade olunur: (1)
MİLLİ SİYASET;
Türk Devleti için vuzuh (açıklıkla) ve kabiliyeti tatbikiye görülen (uygulama imkânı olan) meslek-i siyasi, Milli Siyasettir: “Milletimizin, kavi, (sağlam-emin) mes’ut ve müstakar (istikrarlı-kararlı-sabit ve sakin/meskün) yaşayabilmesi için;, Devletin tamamen milli bir siyaset takip etmesi ve bu siyasetin, teşkilâtı dâhiliyemize mutabık ve müstenit olması (dayanması) lâzımdır… Milli siyaset dediğim zaman, kastettiğim manâ ve medlûl, (delâlet-işaret edilen, gösterilen) şudur: Hududu milliyemiz dâhilinde, her şeyden evvel kendi kuvvetlerimize müsteniden muhafaza-i mevcudiyet ederek millet ve memleketin hakiki saadet ve ümranına çalışmak... Alelıtlak (umumiyetle, mutlaka, bir suretle kayıtlı olmayarak, min-gayri tahsis) türlü emeller peşinde milleti işgal ve ızrar etmemek... Medeni cihandan, medeni ve insani muameleye ve mütekabil dostluğa intizar etmektir.”
DÂHİLİ SİYASET;
Hükümetler bütün vatandaşlara eşit mesafede olmak ve adil davranmak zorunda ve durumundadır. Dâhili siyasette vuzuh ve istikamet: Cumhuriyet kanunlarını bilâ fark ve bilâ imtiyaz herkese tatbik etmekte dikkat ve hassasiyet gösteren bir siyasettir. Demokrasinin bu tarzda tezahürü elbette kuvvet ve kudretle tecelli eder. Biz bu memlekette, hayırlı ve semereli olarak yapılacak bütün işler için ilk şart ve azimet (çıkış) noktası olarak:, Evvel emirde vatandaşların huzurunu ve cemiyetin nizamını salim, emin ve müstakim (sağlam ve doğru) bir dâhili siyasette bizatihi müteharrik (kendiliğinden hareket edebilen) hâkimler eline mevdu (teslim eden) bir usul ile kabil-i tahakkuk görüyoruz.
Bu memleketin yüz seneden beri tarihi gösterir ki;. Hayırlı ve iyi ıslahat yapmak için memleketin şeraitinin, vesaitinin müsait ve mütehammil (uygun ve dayanıklı) olduğu azami hâsılayı idrak etmekte tereddüt ne kadar muzır ise, geniş ve kayıtsız şeraiti memleketin ortasına sererek anarşiyi tesci etmek (desteklemek), onun kadar muzır, onun kadar kısırdır. Memleketin hayır ve nef’i (faydası) için şeraitinin ve vesaitinin müsait ve mütehammil olduğu azami hasılayı isteyecek ve alacak kadar idrak ve cesaret, sonra bütün icraatı memleketin demokrasi yolunda her gün bir hatve (adım) daha ilerlemesini temin edecek dikkat, hassasiyet ve kudret; İşte bizim anlayışımız dâhili siyasette budur. (Nutuk)
ANCAK;
Karşı devrimin vukuundan itibaren sür’atle gömlek değiştiren İsmet ve bir kısım CHP heyeti 1938’den 1940’a kadar tedricen hukuk devleti ve kavramını askıya alır. Müteakiben, değil emanet ve vasiyet edilen demokrasiyi hayata geçirmek ve kurumlaştırmak; Tam tersine koyu diktatörlük ve despotizm alır yürür. Ta ki 4’lü takrir’e kadar…
DÖRTLÜ TAKRİR:
“Cumhuriyet Halk Partisi Başkanlığı’na,
Daha kuruluşundan beri, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve CHP’nin en esaslı umdesini teşkil eden demokrasi prensiplerine tamamıyla tatbiki sayesinde refah ve saadete kavuşacağı kanaatine bağlanmış olan vatandaşların bütün memlekette ve bilhassa partimiz mensupları arasında en büyük ekseriyeti teşkil ettikleri şüphesizdir. İşte bu kanaatledir ki milletçe özlenen bu amacın gerçekleştirilmesi için lüzumlu gördüğümüz tedbirleri partimizin meclis grubuna arz ve teklif etmeyi borç bildik.
Atatürk’ün ölmez adına bağlı olan mukaddes Kurtuluş savaşımızdan doğan Türkiye Cumhuriyeti ilk Teşkilat–ı Esasiye Kanunu ile dünyanın belki en demokratik anayasasını meydana getirmiş ve bu sayede gerek ferdi hürriyetleri gerek milli murakabeyi en geniş surette dağlamak imkânlarını vermiştir.
Memleketi Ortaçağdan kalma bir takım zararlı müesseselerden koruyabilmek ve irticaı kırmak maksadıyla 1925’ten sonraki yıllarda siyasi hürriyetlerin bazı takyitlere uğratıldığını biliyoruz. Lâkin Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Teşkilat–ı Esasiye Kanununun, demokratik ruhuna daima sadık kalmış ve Cumhuriyetin kurucusu Büyük Atatürk bunu tamamıyla demokratik bir şekle ulaştırmak idealinden ölünceye kadar ayrılmamıştır.
Burada izaha lüzum görmediğimiz türlü sebeplerden dolayı muvaffakiyetsizlikle neticelenen Serbest Fırka tecrübesi, bu maksatla yapılmış bir harekettir.
Bu talihsiz tecrübenin uyandırdığı tepkiler neticesinde siyasi hürriyetlerin yeni bir takım tahditlere uğratıldığı inkâr edilemez. Bununla beraber cumhuriyet idaresinin her şeye rağmen demokratik tekâmül yolunda ilerlediğini gösteren teşebbüslerde vardır. Büyük Millet Meclisi seçimlerinde, müstakil mebuslara gittikçe daha da artacak nispette yer ayrılması tecrübesini buna bir delil olarak zikredebiliriz.
İkinci Dünya Savaşı’nın belirmeye başlaması ve harp tehlikesinin memleketimizi daimi bir tehdit altında bulundurması pek tabii olarak siyasi hürriyetleri bir kat daha tahdide sebep olmuş ve bu suretle Teşkilat–ı Esasiye Kanunu’nun demokratik ruhundan biraz daha uzaklaşılmıştır. Gerçi CHP içinde ayrıca bir müstakil grup teşkili millî murakabede tek parti usulünden doğan zararların karşılanması yolunda bir tecrübe olmakla beraber kuruluşundaki gayritabiîlik dolayısıyla bundan da müspet bir netice alınmadığını görüyoruz.
Bütün dünyada, hürriyet ve demokrasi cereyanlarının tam bir zafer kazandığı demokratik hürriyetlere riayet prensibinin milletlerarası teminata bağlanmak üzere bulunduğu şu günlerde, memleketimizde de Cumhurbaşkanından en küçüğüne kadar bütün milletin aynı demokratik ülküleri taşıdığından şüphe edilemez.
Uzun asırlardan beri müstakil bir devlet olarak yaşayan Türkiye’de hatta okuyup yazma bilmeyen vatandaşların bile siyasi hürriyetlerini şuurla kullanacak bir seviyede bulundukları inkâr kabul edilmez bir hakikattir. Okuyup yazma bilmeyen köylüler arasında bile dünyanın en değerli idare ve siyaset adamlarını yetiştirmiş olan milletimizin bilhassa cumhuriyet idaresinin kuruluşundan beri yapılan hamleler neticesinde bundan 20 yıl evveline nispetle çok yüksek bir seviyeye erişmiş bulunduğu övünülecek bir gerçektir.
İşte bir taraftan iç hayatımızdaki bu mesut tekâmülün yarattığı siyasî olgunluk, diğer taraftan bugünkü medeniyet dünyasının umumî şartları daha ilk Teşkilât–ı Esasiye Kanunumuzda hâkim olan demokratik ruhu, bugünkü siyasî hayat ve teşkilatımızda kuvvetle tecelli ettirmek zamanı geldiği kanaatine bizi sevk etmiş bulunuyor. Bunun bir an evvel gerçekleşmesi yönündeki düşüncelerimizi şöyle hülasa ediyoruz:
1) Milli hâkimiyetin en tabiî neticesi ve aynı zamanda dayanağı olan Meclis murakabesinin anayasamızın yalnız şekline değil, ruhuna da tamamıyla uygun olarak tecellisini sağlayacak tedbirlerin alınması.
2) Yurttaşların siyasî hak ve hürriyetlerini daha ilk Teşkilât–ı Esasiye Kanunumuzun gerektirdiği genişlikte kullanabilmeleri imkânlarının sağlanması.
3) Bütün parti (memleket siyaseti ve hükümet) çalışmalarının yukarıdaki esaslara tamamıyla uygun bir şekilde yeniden tanzimi suretti mutlakta gerekli ve zorunludur.
Muhterem vekil arkadaşlarımızın, yüksek tasviplerine sunduğumuz bu teklifimizle, daha ilk kuruluşundan beri millî hâkimiyet gayesine erişmeyi, onu gerçekleştirmeyi hedef tutan CHP’nin ve bütün Türk Milletinin yüksek arzularına tercüman olduğumuza, Atatürk’ün idealine sadık kaldığımıza inanmış bulunuyoruz.
Cumhurbaşkanımızın 19 Mayıs 1945 tarihli nutuklarında: “Siyaset, hükümet ve düşünce hayatımızda demokrasi prensiplerinin daha geniş ölçüde hüküm süreceği hakkındaki fikirleri”, bu teklifimizin vakitsiz ve yersiz olmadığı hakkındaki inancımızı büsbütün kuvvetlendirmiştir.
Milletimizin bütün kuvvet ve iradesini temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisi Parti Grubu arkadaşlarımızın Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk Milletine dünya demokrasileri arasında şerefli bir mevkii sağlayacak olan bu teklifi;, Kendi öz düşüncelerinin bir ifadesi gibi telakki edeceklerinden asla şüphe etmediğimizi bir defa daha tekrar eder ve takririmizin açık oturumda müzakeresini saygılarımızla rica ederiz. 07 Haziran 1945
İzmir Mebusu Mahmut Celal Bayar, İçel Mebusu Refik Koraltan,
Aydın Mebusu Adnan Menderes, Kars Mebusu Fuat Köprülü,
Neticesi:
Bu takrir, adalet, hukuk ve demokrasi istemi; Türkiye’de, kayıp ve karanlık bir dönemin sonunu hazırladı. 11 Kasım 1938 “karşı devrimi” ile madde ve manâ plânında mülga Halk Fırkası ruhu; Takrir imzacıları öncülüğünde kurulan Demokrat Parti’de tekrar hayat buldu ve ruhlandı. Ayrıca bu önerge, dünya genelinde yaşanan gelişmeleri, ülkemiz açısından cazip avantajlara dönüştürecek bir çığır açtı. Bu bakımından da çok önemlidir.
Sonuç:
Cumhuriyet tarihinin ilk (ciddi, kararlı ve kalıcı) demokrasi manifestosu olan “4’lü Takrir”; Hedef ve mahiyeti itibariyle Türkiye’de demokrasinin kurulması, kurumlaşması ve ilerlemesi adına olağanüstü bir açılım, çok cesur bir atılım, tarihi bir adım ve Milli Siyaset ile hukuk devleti yönünden fevkalâde bir katkıdır.
Nihayet beklenen oldu: Masum ve muhteva itibarıyla nazik, bir demokrasi, adalet ve hukuk istemi karşısında ceberutlaşan İnönü ile tam bir mütegallibe misal millet üzerine kâbus gibi çöken, çöreklenen CHP’nin hiddetle reddettiği takrir, yepyeni bir devrin müjdecisi oldu. Atatürk’ün sır dostu, Başvekili Celâl Bayar, İçel Mebusu Refik Koraltan, Aydın Mebusu Adnan Menderes ve Kars Mebusu Fuad Köprülü tarafından 7 Ocak 1946’da “Demokrat Parti” resmen kuruldu. Bunlardan Celâl Bayar ile Prof. Fuad Köprülü, 14 Eylül 1923 teşkil tarihli Halk Fırkasının kurucularından olup; Esas ve öz olarak DP Atatürk’ün emanet, vasiyet ve gelenek yolu olarak hayat bulmuştur. Başbakanken 8 Temmuz 1942 yılında vefat etmeden önce: "devlet idaresi A'dan Z'ye bozuk, düzeltmek ister" diyerek, yönetimde köklü bir reform talebini dillendiren Refik Saydam hariç olmak üzere.; İnönü diktası ile Peker sultası hesaba katılırsa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Halk Fırkasının ruh, amaç ve anlamının Demokrat Partiye iblâğ, intikal ve tecelli ettiği ve böylece yeniden hayat bulduğu söylenebilir…
Gerçekten, Demokrat Partinin daha kuruluş aşamasında CHP iktidarının ona vermek istediği yön, yol, rol ve doğrultuyu, Genel İdare Kurulu Üyesi ve Aydın Milletvekili Adnan Menderes bir parti toplantısında şu sözlerle açıklamıştır : “Bize gidilecek yol olarak telkin edilmek istenen şeyler şunlardır: 1- Şark vilâyetlerinde ve hudut vilâyetlerinde asla teşkilât kurmamak, köylere kesinlikle uzanmamak ve hattâ şimdilik fikir cereyanlarına müsait diye kabul edilen birkaç vilâyetten başka yerlerde teşkilât yapmamak., 2- Teker, teker – seçe, seçe mahdut sayıda azâ (üye) kaydetmekle iktifa etmek., 3- Halk Partisine karşı hiç olmazsa 40-50 sene daha iktidara gelme iddiasında bulunmamak; Görülüyor ki arkadaşlar, bizden istenen ve beklenen; Demokratik manzarayı tamamlayan bir “süs olarak” kalmak. Geniş veya dar, fakat Halk Partisince çizilecek bir yol haritası ve faaliyet hududu içinde bulunmak şartı ile Mecliste verilecek sandalyeleri işgal etmekle iktifa etmekti... (17.Temmuz.1946 – Aydın mitingi)
Fakat bu CHP küstahlığı halkın umurunda değildi. Millet aradığını bulmuş ve kendi öz partisine dört elle sarılmıştı bir kere… Kurulduğu günden itibaren DP’nin mazhar ve muhatap olduğu ilgi ve sevgi inanılmaz boyutlarda gelişti, büyüdü, çok kısa sürede muazzam bir halk hareketine dönüştü. Bu ilgi ve ihtişam karşısında Halk Partililer dehşete kapıldılar. Korku ve panik Partiyi sardı. Derhal olağanüstü tedbirler almaya koyuldular. Demokrasi, insan hakları, adalet, hukuk gibi kavramlar bir kenara itildi. Devlete sahiplik ve Hükümet olmanın sağladığı bütün imkân ve avantajları seferber ederek hırçın bir mücadeleye kalkıştılar.
Türkiye 35 bölgeye ayrıldı. Başta besleme örgütleri olmak üzere, güç odakları, fanatik taraftar, sempatizan ve saadet zinciri uzantısı dönemin Vali, Kaymakam, Komutan, Jandarma, Polis.. Ellerinde ne varsa hepsini DP’ ye karşı kışkırtıp kullandılar. Engellemeler, baskı, hatta kavga ve saldırılar dâhil her yola başvurmaktan çekinmediler.
Oysa,
Atatürk ne diyordu:
“Bilinmelidir ki, Türkiye Cumhuriyeti demokrasi esasına dayalı özgür bir devlettir. Demokrasi, esas itibarıyla siyasi nitelikte, fikri, ferdi ve eşitlikçidir. Demokrasinin bu esas noktalarına göre, vatandaşın siyasi hürriyet ve çalışmasını sağlamak, bilimsel, sosyal, sanat, ahlâk gibi fikri sahalarda gelişmesiyle ilgilenmek, milli egemenliğe, katılma hakkını ve bütün vatandaşların aynı siyasi haklara sahip olmalarını sağlamaktan ibaret olan noktalar, devletin vatandaşa karşı başlıca vazifelerinin sınırını gösteren işaretlerdir.” (1929, Atatürk’ün El Yazıları, Prof. Afet İnan, TTK Yayını, 1969)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder