12 Temmuz 2018 Perşembe

GERÇEK DEMOKRATLAR ve HAKİKİ CUMHURİYETÇİLERE Çağrı, Duyuru ve Bilgi: "logosu AT, adı DP olan siyasi teşekkülün "Tarihi Hakiki ve Kadim DEMOKRAT PARTİ" ile hiç bir ilgi, ilinti ve bağlantısı yoktur. DP adı, gerçek mensup ve taraftarlarının rızası hilâfına muvazaalı biçimde kullanılmaktadır."

Eksik Kalmış Bir Cemiyet, 
Cumhuriyetçi Demokratlar Hareketi ve“CUMHURİYETİ TAÇLANDIRMA VE DEMOKRASİ’Yİ TAMAMLAMA” Projesi
(Genişletilmiş ve güncellenmiş metin)

TANIM:
10 Kasım 1938’de Mustafa Kemal ATATÜRK’ün vefatı veya (son zamanlarda pek çok kitap, sağlam kaynak ve makalelerde iddia ve ispat olunduğu üzere) taammüden öldürülmesi; Daha ATA’nın cenazesi soğumadan İsmet İnönü’nün Meclisi muhasara ederek, kendisini, tarihe “karşıdevrim” olarak geçecek bir operasyonla cebren Cumhurbaşkanı seçtirmesi; Hiç şüphe yok ki, genç Cumhuriyet tarihinin ilk organize ihaneti ve onarılması en zor kırılmasıdır.

Alenen Mustafa Kemal ATATÜRK, O’nun İlkeleri ve genç Türk İnkılâbına karşı yapılan bu menfur saldırı, kahir ekseriyeti Atatürk Cumhuriyetçisi ve Atatürk Milliyetçisi olan samimi ve hakiki, gerçek Halk Partililer için büyük hayâl kırıklığı ve kurumsal Halk Partisi kadrolarının affedilmez bir gafleti, dalalet ve handikabıdır.

Özellikle, İsmet İnönü’nün CHP Genel Başkanlığı’na dönüşü ve inanılmaz bir hızla kendisini Cumhurbaşkanı seçtirip,”Milli Şef” ilân etmesi genç cumhuriyeti kesintiye uğratan en büyük etkenlerden biridir. Böylece, açıktan açığa görülmese bile, içten içe CHP ikiye bölünmüş ve Atatürk döneminde söz konusu bile olmayan ikilik, ayrılık ve gayrilik defakto olarak zuhur eden bir “küskünler”hareketi halini almıştır. Bu saflar ve sınıflar zamanla Cumhuriyetçiler ve Demokratlar olarak birbirlerinden ayrılmış; Çok şiddetli geçen 4’lü takrir tartışmaları sonunda beklenen olmuş; CHP’nin kurucularından Celâl Bayar ve Prof. Fuad Köprülü ile başta Adnan Menderes olmak üzere bir kısım Mebusların istifası sonucu 07 Ocak 1946’da Demokrat Parti resmen kurulmuştur.

Demokrat Parti dava, manâ ve misyon bağlamında; Mustafa Kemal ATATÜRK’ün hayal ettiği, özlediği ve Serbest Fırka denemesinde arzulayıp, açıkça tanımladığı anlamda Demokrat; 1923-1938 dönemi (Halk Fırkası+Halk Partisi ve nihayet) Cumhuriyet Halk Partisi, altı ana ilke dahilinde, demokrasiyi de kapsar ve kucaklar biçimde Cumhuriyetçidir. Buna mukabil; İsmet İnönü’nün “karşıdevrimi”nden itibaren nev-zuhur (adeta ani ve yeni bir oluşum tarzında ortaya çıkan CHP) hiç umulmadık ve beklenmedik biçimde totaliter, diktacı ve sultacıdır. Defalarca Altı İlke’nin Anayasa’dan kaldırılmasına teşebbüs edilmiş; CHP Ana Tüzüğünde yer almasının da lüzumu defalarca tartışılmıştır. (Nitekim CHP (İsmet İnönü ve yandaşları) bu emellerini 1961 Anayasası ile gerçekleştirmiş ve; Atatürkçü bir devrim (!) olarak niteledikleri 27 Mayısta, hem Atatürk’ün anayasasını çöpe atmış, hem Cumhuriyeti kesintiye uğratarak, 1961 anayasasına Altı Ok’u koymamışlardır.) Ayrıca, 1938’den itibaren nisbi bir hızla tarihi, Milli, îlmi, sosyal ve kültürel değerle karşı olumsuz tavırlar, siyasetler sergilenmesi, kalkınma ve gelişmenin durması, buna paralel olarak açlık, yokluk, yoksulluk ve kıtlığın başgöstermesi; Halk arasında büyük bir ayrımcılığın başlaması, ulusalcı-milliyetçi, maneviyatçı kesimlerin dışlanması, ötelenmesi ve irdelenmesi büyük sosyal patlamalara, siyasal, sosyal ve toplumsal rahatsızlıklara neden olmuştur.

CHP aynı zamanda Türkiye Cumhuriyetini emperyalizmin kucağına atarak, Atatürk’ün Ulus Devlet yapısına en büyük darbeyi vuran, ülkeyi şuursuzca Amerika’ya teslim eden; “Kutsal özgürlük” ve insanlığın en yüce değeri olan “tam bağımsızlık” yerine batı+Amerika uşaklığını önceleyen bir siyasi afet ve müzmin bir felâkettir. CHP bununla da kalmaz, dünyanın en ileri, evrensel hukuka uygun, medeni ve çağdaş “Atatürk Milliyetçiliği” anlayışını da yozlaştırır. Kendi vatandaşlarını sağcı-solcu, alevi-sünni, şucu-bucu, Kürt-Türk gibi etnik, dinsel, sosyal ve mezhepsel kategorik algılar yaratarak ayrıştırmaya çalışmış; Böylece Mustafa Kemal Atatürk’ün bütün emanet, vasiyet, ilke ve umdelerine ihanet ederek, Türkiye Cumhuriyetine fayda yerine zarar vermiştir. Dolayısıyla: 11 Kasım 1938’den başlayan bir süreçle bu güne evrilen CHP’nin, başta Atatürk olmak üzere, Atatürk Cumhuriyeti, özgürlük, bağımsızlık ve ulus devletle herhangi bir ilgisi ve alâkası yoktur.

AMAÇ:
Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılması ile baş gösteren “Cumhuriyetçi, Atatürk Milliyetçisi Demokrat kitleler ile Ceberrut kripto azınlıklar arasında süren” iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel mücadelede, halkın % 97’sine tekabül eden geniş halk kitlelerinin daima temsilcisi Cumhuriyetçi Demokratlar olmuştur.

1923-1938 dönemi Atatürkçü, Cumhuriyetçi kitle ve bu kesimin eğitim ve terbiyesi ile evrilen güncel nesiller ile tarihi ve kadim (gerçek) Demokrat Partililer olarak:, Demokrasi, İnsan Hakları, Adalet Ahlâkı ve Hukukun özgün değerleri; Ortak Akıl, Uzlaşma Kültürü, Karşılıklı Tolerans, Anlayış ve Hoşgörü medeniyeti ikliminde yetişmiş bütün Demokratlar, Demokrat Partililer ve Cumhuriyetin Kuruluş ayarlarına sahip ve insani değerlere saygılı vatandaşların tekrar bir araya gelmesi Türkiye Cumhuriyeti’nin kurtuluşu için gerekli ve zorunludur.

Bu ittihat ve tevhidin (birlik ve beraberliğin) başarıyla sağlanması halinde Kasım 1938’de (emperyalist unsurların arzu ve menfur emellerine alet olunmak suretiyle ve kapitalistlerin emrine amade olunarak) kesintiye uğratılan Cumhuriyet sürecinin, tekrar ve bir daha kesintiye uğratılamayacak bir sağlamlıkta sürdürülebilir kılınması mümkün kılınabilir.

HEDEF KİTLE:
1. 1923-1938 dönemi, başta Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ilkeleri ve Türk İnkılabı esasları olmak üzere “Kurucu kadrolar” tarafından teşkil edilen “tam bağımsız-bağlantısız, hür, hâkim ve hükümran “EBED-MÜDDED” Türkiye Cumhuriyeti “ULUS DEVLET” yanlıları ile;

2. Atatürk döneminin Cumhuriyet rejimi, buna bağlı gelişme modeli ile hedefleri, plânlı-programlı kalkınma stratejisi, serbest piyasa ekonomisi ve teşebbüs hürriyeti gibi demokrasi ve cumhuriyetin birlikte temin ve tesisi halinde ikame ve idamesi kabil olan, tarihi ve kadim (gerçek) Demokrat Parti zihniyeti;

3. Türkiye Cumhuriyeti’nin Birlik, Beraberlik ve Bölünmez Bütünlüğüne inanan; Cumhuriyet ve Demokrasi sentezi ile büyük başarılara ulaşılabileceğine ima eden; Akıllı, namuslu, dürüst ve sağduyulu (bilimsel düşünen, akli melekeleri yerinde; Tarihi, milli-İlmî, manevi ve kültürel değerlerimize sahip ve saygılı) vatandaşların, Cumhuriyet, Milliyetçi, Atatürkçü ve Kermalist Yurtseverlerin: “Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milletinin bekası için” bir araya gelmeleri veya yaşanan gerçekler anlatılmak, karşı karşıya gelinen “bölünme-parçalanma-dağılma” tehdit ve tehlikesi anlatılmak suretiyle; Vatan, millet, cumhuriyet ve demokrasi için birleşmeleri; Bilinç ve inançla bütünleşmelerinin sağlanması.

UYGULAMA VE EYLEM PROGRAMI:
Hali hazır, mevcut ve değişen-gelişen şartlar çerçevesinde muhtemel mevzuat, kanun ve kurallar ile evrensel hukuk normları, ulusal Anayasa ve uluslar arası haklar kullanılarak “meşru-saydam ve yasal” siyasi yapılanma. Cumhuriyetçi Demokrat Hareketle başlayıp, Cumhuriyetçi Demokrat Parti adı ile hitam bulacak “hukukun içinde, hukuk ve ahlâkın bütün şartlarına uygun cereyan edecek” bir siyasi mücadele neticesinde:, Eksik kalan cemiyetin tamamlanması, Cumhuriyet ve Demokrasinin “14 Mayıs 1950 Milli Demokrasi Bayramı” misali barıştırılması, buluşturulması “istikrar, adalet ve barışın” ebedi kılınması uğrunda “iş bu proje de öngörülen şartlar, usul ve esaslar dâhilinde” ciddi, ilmi ve samimi bir aşk, inanç-bilinç imanla çalışılması.

SONUÇ:
11 Kasım 1938’de, Atatürk düşmanı menfur bir karşıdevrimle ilk ve 27 Mayıs 1960’da ikinci kalkışma ile kesintiye uğratılan Cumhuriyet, Atatürk İlkeleri, Anayasası ve Türk İnkılâbının bilgi ve birikimine dayalı usulleri, kuvvetli ve sağlam esasları ile Ulus Devlet geleneğinin:, geçmişle ulanıp-gelecekle bağlanıp-birleştirilerek istikrarla sürdürülmesi uğrunda hareket etmek ve bütün Türk Milletini temsil edecek biçimde faaliyet göstermek.

ÖNERİLER:
Namuslu, dürüst, onurlu ve sorumlu, fanatik olmayan, hiçbir konuda saplantıları bulunmayan:, Makul, mantıklı, sağduyulu, demokrasi ve uzlaşma kültürü ağırbaşlılığı ve olgunluğuna sahip; Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet, Cumhuriyetin kurucu kadroları, Demokrasi, özgürlük, güvenlik, insan hakları, adalet ahlâkı ve hukuka saygılı; Hayatı boyunca hiçbir yolsuzluk, hırsızlık, namussuzluk ve suiistimale bulaşmamış; Anarşi-terör, tedhiş, ayrımcılık ve bölücülüğe karşı “iyi insan, ilkeli-onurlu ve sorumlu” iyi vatandaşlardan oluşan bir gönüllüler topluluğu ile bu amaçlara ulaşılması. Bu temiz ve nezih kadrolar ile ileri, çağdaş ve güncel, bilim, norm ve standartlar esas alınarak “Cumhuriyetin Kuruluş Ayarları”nın güncellenmesi ve: “Cumhuriyetçi, Atatürkçü, Milliyetçi, Demokrat” çizgide faaliyet gösterilmesi…
***
PROJE ESİN KAYNAKLARI VE DAYANAKLARINA DAİR BİR ÖRNEK: 
EKSİLTİLMİŞ BİR CEMİYET,
19 Temmuz 2014 Cumartesi
KEKSİLTİLMİŞ VE ÇÖKERTİLMİŞ BİR CEMİYET
Mustafa Nevruz SINACI


Milovan Cilas’ın “Eksik Kalmış Bir Cemiyet” isimli kitabı, dünün parçalanmış ve kan gölüne dönerek dağılmış Yugoslavya’sından günümüze ışık tutacak kadar önemli ve hikmetli bir büyük eserdir. Yazar Milovan Cilas, Yugoslavya'nın eski Başbakan Yardımcısı ve Mareşal Tito'nun yakın dostu, kader ve silâh arkadaşı olmasına rağmen ‘İmtiyazsız/sınıfsız bir toplum’ iddiasında olan iki yüzlü ve yalancı komünist sistemde bu kez de;, "İmtiyazlı yöneticilerden müteşekkil yeni bir sınıfın" oluştuğunu tespit, ispat ve “Eksik Kalmış Bir Cemiyet” isimli îlmi eserle bütün dünyaya duyurarak, Komünizmin kirli yüzünü açıklaması nedeniyle görevinden atılarak, yıllarca vahşi "Pranga mahkûmiyeti" ile zulme maruz kalan çileli bir yazardır.

EKSİLTİLMİŞ BİR CEMİYET 
Yugoslavya, kuruluşu itibarıyla “eksik kalmış, yarım kalmış” bir cemiyetti. Vahşi batı (AB) tarafından kolaylıkla bölündü, parçalandı ve güdümlü derebeyliklere dönüştürüldü. Çok açık bir anlatımla Yugoslavya, eksik kalmış, yanlış tercih yapmış, kuruluşu tamamlanamamış olduğu için mukadderatına yenildi. Çok vahşi, alçakça ve ıstırap yüklü bir şekilde ortalığı kan gölüne çevirerek dağıldı. Bu lânetli vampir saldırısının kir-kin, derin acı ve elim sancıları hâlâ sürüyor. Srebrenika domuzluğu, NATO kahpeliği, BM kancıklığının acısı, yarası, kalleşlik ve Boşnak/Türk-Müslüman soykırımı dünya durdukça kapanmayacak. İşte, 200 yılda Osmanlı’yı içten içe çürüterek, tam bir alçaklık ve hileyle yıkan şerefsiz ve soysuz batının son marifeti!..

Fakat Türkiye Cumhuriyeti, “bir dünya devleti, adalet iklimi ve imparatorluk bakiyesi olarak” binlerce yıllık devlet tecrübesi, yüksek bilgi ve muazzam birikim sayesinde eksiksiz, hatasız ve mükemmel bir devlet projesi tarzında kuruldu. Bunu hâlâ Mustafa Kemal Atatürk’ü Yüce Peygamber ile mukayese edecek kadar geri zekâlı, bunak, aptal veya Türk İnkılâbından bağımsız “bir tür Kemalizm” algısıyla tarif ve tavsif etmeye kalkışanlar asla idrak edemezler. Ders, ibret ve hikmetle düşündüğümüzde Türkiye; Mükemmel kurulmuş, Atatürk İlke ve Türk İnkılâpları sayesinde noksansız inşa edildiği için, çok büyük bir hasımlık, kıskançlık, korku, kaygı ve düşmanlığa maruz kalarak “11 Kasım 1938 ve 27 Mayıs 1960” ile bütünüyle ‘dâhili-harici bedhah, dönme-devşirme, mason-misyoner, AB ve ABD güdümünde vaki’ diğer bazı iç isyan:, Hain kalkışma, darbe, vesayet, çete ve cuntalarla eksiltilmiş bir cemiyettir.

SÜRECİN SONU;
HESAPLAŞMA VE YÜZLEŞME
Türkiye üzerinde oynanan kirli, kalleş ve sinsi oyunların ucu Lozan’a kadar uzanır. El etrak minel idrak; Türk iken mankurtlaşmış ya da aslen dönme/devşirme olduğu halde, henüz Türkleşememiş, yozlaşmış, çürümüş ve kokuşmuş unsurların itişiyle günümüze kadar intikal eder gelir. Bu menfurlar1960’a kadar öne çıkamaz, orduya, siyasete giremez ve cemiyette etki yönünden her hangi bir fonksiyon icra edemezken: Yıldızları 27 Mayıs soysuzluğu ile parladı.

Lozan’dan sonra 1939-1950 arası bir hayli kirlenme, yozlaşma, çürüme, tarihi, milli, ilmî, manevi ve kültürel değerlerden bir hayli eksiltme yapılmış olmakla birlikte:, Düşmanca eksiltilenin, tarihi ve kadim Demokrat Parti tarafından “daha da mükemmel bir surette” ikame ve tahkim edilmesi üzerine Halk Partililerin öfkesi depreşmiş ve bilumum harici, selefi, süfli unsurlar ve dış düşmanlarla ittifak-iştirak ederek cemiyeti tekrar bu hale getirmeyi maalesef başarmışlardır… Tahribat hâlâ da devam etmekte, çürüme ve yozlaşma sürmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti milleti istese de istemese de; En başta bizzat kendisi, aile unsuru, ikamet mahalli, okul, yerel yönetim, mülki idare, son 54 yılın (milletvekili nam) parlâmenter.; Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakan, müsteşar, genel müdür, bilumum parti sahibi, politikacılar, STK ve sendika başkanları ağır bir sorgulama, kamu vicdanı ve toplumsal sorumluluk namına yargılama, yüzleşme ve mukadder bir hesaplaşmanın tam da eşiğine gelmiş durumdadır.

Bunun başta gelen sebebi kişisel/kurumsal sorumsuzluk ve toplumsal onursuzluktur.
Ankara Emniyet Müdürlüğü binasının ön yüzünü kaplayan bir kitabe var. Üzerinde “Herkesin vicdanı kendi Polisidir,” yazıyor. Yani: Hırsız, yolsuz, rüşvetçi, iltimasçı, yalancı, talancı, kötü ve mücrim eğilimli kimseler vicdanlarının sesini dinlemeyen veya vicdanı kör, kalbi kara vicdansız kimselerdir. Vicdansızlar insan, sosyal veya toplumsal varlık olarak da algılanamaz, kabul edilemez. Dolayısıyla, genellikle insan formundaki bu menfur yaratıkların 24 saat takip edilmesi, sürekli kontrol, denetim ve teftiş altında bulundurulması toplumsal bir görev ve mutlak zorunluluktur. “devlet varlığı ve insani boyut ağırlığının” zaruri gereği olan; daimi resmi denetim, özdenetim, otokontrol, sürekli takip, teftiş ve tescil (fişleme/arşivleme) görevlerinden imtina edilmesi, kaçınılması, boş verilmesi, sonuçta büyük felâketlerin sebebi olur. Bu felâket; En başta sosyal yozlaşma, toplumsal çürüme, iktisadi ve siyasi istikrarsızlık, sonra bencilleşme, içine kapanma, hırçınlaşma, saldırganlaşma ve nihayet sosyal şizofreniye dönüşmüş bir büyük çözülme belâsı biçiminde karşımıza çıkar.

Sebebi: İç-Dış düşman ve işbirlikçi menfur unsurların başarılı çalışmaları; Buna karşın devletin en tepesinde murakabe>takip, teftiş-kontrol ve denetleme ile görevli Cumhurbaşkanı; Yasama adına TBMM Başkanı ve Millet Vekilleri (parlâmenterler):, Yürütme adına Başbakan ve bakanlar kurulu üyeleri ile tepeden tırnağa bütün Güvenlik teşkilâtı, Ordu, Yargı ve millet adına iş gören Cumhuriyet Savcılarının görevlerini hakkıyla/lâyıkıyla yapmamalarından ileri gelmekte, adalet, yasa ve hukuku ihmalden, suiistimalden kaynaklanmaktadır.

OLAĞAN VE DOĞAL BİR ZORUNLULUK
Konjonktürün gerekli kılmasının yanı sıra; Özellikle 12 Mart 1971-12 Eylül 1980 arası dışlama, pasife etme; 1983-2002 dönemi güdümleme, nihayet 2002-2014 yıllarında resen ya da sistematik bir plân çerçevesinde ilgaya maruz kalma nedeniyle, kamu Denetleme Kurulları ile bilumum teftiş unsurları devre dışı kaldığından Devletin düzeni temelinden sarsılmıştır.

Bilindiği üzere Devlet olmazsa olmaz üç ana unsurdan teşekkül eder:
Düzenleme, Destekleme ve Denetleme..
Buna siyaset bilimi’nde 3D kuralı denir.

Yani devlet olmanın en birinci mecburiyeti ideal norm, adalet karinesi, mutlak eşitlik, kıdem, ehliyet ve liyakat bağlamında düzenleme, plânlama, programlama; (Devlet Plânlama Teşkilâtı, APK ve AR-GE ünitelerinin varlık nedeni budur.) İkincisi: Plân, program ve proje bazında destekleme, icabında finanse veya sübvanse etme; (Devlet Bankaları, Sağlık, Sosyal Güvenlik, Ekonomi ve Çalışma Bakanlıklarının varlık nedeni…) Üçüncüsü ve en hayati olanı ise; Sayıştay, Devlet Denetleme Kurulu, resmi Teftiş ve Denetleme kurulları olup.; Bu kurum, kurul ve kuruluşların “resen denetleme yapma ve daimi teftiş” yetkisi her şeye rağmen orijinal biçimde korunmak ve canlı tutulmak kaydıyla, bilumum kamusal uzantı, STK, sivil alan, özel sektör bağlantılarının sürekli aktif, dinamik ve homojen/görev başında olması şarttır.

Denetim ve teftiş özerk bir erktir, asla bir izin veya görevlendirmeye bağlanamaz.
Tıpkı “Kuvvetler Ayrılığı” ilkesi gibi işler, muhtariyet arz eder, siyaset denetlemeye müessir olamaz. Şu kadar ki: Düzenleme ve Destekleme Yasama ve Yürütme, Denetleme ise münhasıran Adalet Cihazı, Yargı ve Güvenlik ile ilişkilidir.

BU SİSTEM TÜRKİYE’DE FELÇ EDİLMİŞTİR
Modern hukuk, adalet ve demokrasi devletlerinde durum, düzen ve sistem budur.
Aksi takdirde, kayıt, hukuk ve yasa dışı ilişkiler sökün eder. Başta din tüccarlığı, siyaset simsarlığı, duygusal sömürü, yasa, hukuk ve ahlâk dışı tertiplerle bu yalan-talan, yozlaşma ve çürüme faaliyetini sürdürme eğilimi güç kazanır, yaygınlaşır. Yasal ve etik ihlalleri, görev ve yetki suiistimalleri bünyesinde barındıran bu ilişkileri, sorgulama ve kamuoyunu doğru bilgilendirme görevi: Başta denetim unsurları ve teftiş kurulları olmak üzere; Muhalefet Partileri, parlâmenterler, sivil toplum kuruluşları, bilumum basın/medya ile taraf veya haberdar olanların tamamına aittir.

TEMİZ TOPLUM, DÜRÜST DEVLET, ADİL HÜKÜMET
Aksi takdirde “Temiz Toplum, Temiz Devlet ve Temiz Hükümet” den bahsedilemez.
Yukarıda yer alan her hangi bir kamusal unsurda kirlilik vaki olması halinde ve derhal teyakkuza geçilerek acil önlem alınmadığı takdirde pislik, mazarrat ve hastalık bütün bedeni sarar. En tehlikeli kirlilik ise: Yalan, talan, rüşvet, iltimas, haksızlık, yolsuzluk, görevi ihmal ve her nevi suiistimal olup; Bunun arkasından anarşi, terör-tedhiş, devleti bölüşme, kamusal alan, kurum ve kuruluşları kullanmak suretiyle kapitalist-emperyalist domuzlarla, vahşi batı referanslı insanlık düşmanlarına kul, köle, uşak-köpek olma zafiyetidir.

Ülkemizde şu anda bu şartların tamamı mevcuttur.
Şimdi halk’la hükümetlerin hesaplaşma zamanıdır.
Bu hesaplaşma, yüzleşme, yargılama ve sorgulama, başta Yüce Divan olmak üzere her derece ve düzey yerel mahkemelerde yapılabilir. Umulan, medeni, insani, adil, dürüst, makul ve sakin bir hesaplaşma olup; Eğer süreçte hukuk rafa kaldırılır, keyfiyet hâkim, anarşi, terör-tedhiş ya da Kuzey Irak, Irak ve Suriye de olduğu gibi düşman kuvvetleri vatanı, alenen işgal ederek hükümranlık tesis ederse bu defa ne olur?..

İşte, kamuoyunda ihanet paketi, açılım yasası, çözüm (çözülüm) paketi veya eşkıyayı meşrulaştırma girişimi” olarak bilinen yasa tasarısının, 37 red oyuna karşılık, 237 oyla kabul edilerek kanunlaşması; Muhtemel felâketin ayak sesleri, dâhili ve harici bedhahlarınsa, çılgın sevinci, tam 50 yıl süren mücadeleyi kazanmış olmalarından kaynaklanan zafer çığlıklarıdır.

Zira en başından beri mücadele kalleşçe;
Yürütülen süreç ikiyüzlü ve sinsidir.

Bakınız: Mezkür yasa tasarısının adı ile anlam ve amacı tamamen farklı. Atatürkçü Cumhurbaşkanı adayı için imza vermiş olan CHP Milletvekili Birgül Ayman Güler açıkladı: “Eğer paket yasalaşırsa PKK terör-tedhiş örgütü olmaktan çıkarak müzakerenin tarafı olarak meşru hale gelecek. Tasarı, Anayasa’nın 3. Maddesindeki “Türkiye Devleti ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür” ilkesini ihlal ettiğinden, tasarıya onay vermiyorum.” Bu menfur tuzak ve hain tasarının görüşüldüğü Komisyonda 6 üyesi olan CHP’den 2 üye, tasarıya onay vermedi: Bolu MV Tanju Özcan ile İzmir MV Birgül Ayman Güler.

Kendilerini içtenlikle kutluyor ve tebrik ediyorum. Çok garip bir tecelli, acayip ironi ve karşıdevrimciliğin itişinden olsa gerek; Diğer 4 CHP parlamenterinin oyu ile Türkiye’nin kurucusu olduğunu iddia eden CHP, AKP’nin bölücü kanun tasarısını destekleme kararı aldı.

Gazete haberleri ve Ajanslara göre; “Eski PKK avukatı ve CIA kaynaklarında TR705 olarak adı geçen CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, CHP örgütlerine bir yazı göndererek, CHP’nin çözüm sürecine ve PKK paketine destek verdiğini bildirdi, örgütlere bu konunun çevrelerine anlatılması görevi verdi.” MHP ise sadece bilinen ve beklenen şovları ile iktifa etti. Eşkıyanın siyasi kanadı (AP, DYP, DSP, SP, CHP ve ANAP sayesinde TBMM’ne duhul eden) unsurların verdiği önergeler istikametinde olaya analitik bakılırsa menfur paketin 3 ağır sonucu olacağı görülüyor:

1-Müzakerelerin tarafları tanımlanmış olacak, 2-İhanet şebekesi ile müzakere yasa dışı olmaktan çıkacak, yasal zemine oturacak, 3-Yabancı kurum, kuruluş ve kişilerden müteşekkil üçüncü (sözde tarafsız, aslında düşman devlet görevlisi) gözlemci heyet(ler) bu müzakerelere katılabilecek. Vahamet ve şeametin, altına imza konulan yasanın felâket derecesine bakın!..

Yasa uygulamaya girince: 1-PKK yasal taraf haline gelip, terör örgütü kapsamından çıkacak. Bundan sonra yapacağı eylemlere karşı alınacak olan her türlü önlem suç kapsamına girecek. Örneğin: Nasıl CHP’nin miting yapması önlenemezse, PKK’nın da istediği yerlerde miting yapması önlenemeyecek., 2-Örgüt taleplerinin Hükümet tarafından kabul edilmesi suç olmaktan çıkacak., 3-Oslo ve diğer yerlerde AKP ile terör örgütü arasında gizli olarak yapılan yasa dışı müzakerelerde yabancı bir ülkenin gözlemcileri vardı. Şimdi bu gözlemciler yasal hale gelmiş olan müzakerelere açıkça katılabilecekler.

İLERİ DEMOKRASİ BU MU?..
6271 Sayılı “Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu” 2011 yılı Kasım-Aralık ve 2012 Ocak aylarında güya müzakere edildi. 26 Ocak 2012 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak, belli süre içinde Anayasa Mahkemesi’ne itiraz olmadığı için kesinleşti ve yürürlüğe girdi. Bahusus “parlamenterler kararının” hukuk tarihinin tam bir ucubesi, insanlık ayıbı ve yüzkarası olduğu ne zaman anlaşıldı?.. 2014 yılı Haziran ayında fiilen ve resmen uygulaması başladığında…

Millet baktı ki; Kimsenin münferiden (bağımsız/bireysel) aday olma hakkı yok.
Egemenliğin kayıtsız şartsız sahibi sıfatıyla halkın aday gösterme hakkı da yok!..
İşin en kötü, acı ve tuhaf tarafı ise; Birileri tarafından ileri sürülen veya kendini öne çıkaran aday nam şahıslara karşı çıkma, itiraz etme hakkı da yok! Üstelik eşi emsali görülmemiş bir biçimde [Yüksek (!) Seçim Kurulu’nun 30 Mart yerel seçim hileleri, kurgu ve kararları uyarı] seçim yarışında eşitlik, adalet, hak ve hukuk yok. Biri fiilen başbakan, öbürü dünya çapında tehdit unsuru ve 35 bin asker/sivil vatandaşın katili terör-tedhiş örgütünün baş aktörü; Sonuncusu bir bilim adamı, emekli memur!..

Ama SEN seçmensin?!..
Çok açık ve net tabiri ile SEN burada sadece “Çankaya Noteri” olarak kullanılıyorsun.
Aday olma, aday gösterme hakkın ve bir tek imza bile alabilme imkânın yok!...
İleri demokrasi, adalet ve hukuk palavra…
Vahamet bütün açıklık ve çıplaklığı ile ortaya çıkıp, millete kurulan tuzak deşifre olunca şikâyetler başlıyor. Hani demokrasi? Adalet, hukuk ve eşitlik nerede? İşi buraya kadar taşıyanların, bir zamanlar “hukuk guguk, yasa masa, tüzük büzük” dedikleri; Devrimci poz ve ilerici söylemleri ile fink atan çapulcuların büyük önderi Ecevit’in “bu düzen değişecek” teraneleri ne çabuk unutuldu? Malum, değişen düzenin yerine SSCB gelecekti!..

İŞTE YOZLAŞMIŞLIK VE ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜN SON NOKTASI
Eğer durum/vaziyetten şikâyet edenler Atatürk döneminin kadim Halk Partilisi veya illa tarihi ve gerçek Demokrat Parti’li iseler mesele yok. Çünkü bu orijinal insanları 1960’dan sonra CHP’de, 12 Mart’tan sonra AP ve DYP’de ve kesinlikle Turgut Özal dönemi dışında ANAP’ta göremezsiniz. Gelenek ve gerçek çizgisinden, erbabı faziletten olup, demokrasi, hak, adalet ve hukuk düşmanı; Haksızlık, yolsuzluk, yalan-talan, ayırma ve kayırmanın hâkim olduğu siyaset şirketlerinde bunlardan bir tanesini bile göremezsiniz.

Şimdi bir özeleştiri, vicdani yargılama ve sorgulama yapalım: Büyük Türk Milleti ve şanlı Türkiye Cumhuriyetini bu zor günlere, vahamet, kriz, kaos ve şeamete sürükleyenler: Başta İsmet İnönü, Alpaslan Türkeş, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Devlet Bahçeli, Deniz Baykal ve Doğu Perinçek ile şu an itibarıyla milli merkez başkanı Hüsamettin Cindoruk değil mi? Tarihe, tabiata ve millete ihanet ederek AKP’de yuvalanan eski Demokrat Parti, AP, DYP ve özellikle Anavatan Partililere ne demeli? Hani siyasi ahlâk ilkesi., Yüksek insanlık onuru., Milli dava, namus, şeref ve misyon haysiyeti nerede?..

MİLLET VEKİLİ Mİ?.. parlamenter mi?..
Bırakın Türkiye’yi, dünyanın en dinsiz, (dini anlamda) ahlâksız ve ateist ülkelerinde bile, Millet Parlâmentoları’nda temsil görevi yapan kimseler millete vekâleten ve bizzat millet adına vazife icra ve ifa ederler. Hareket tarzları tıpkı bir “vekil avukat” durum ve derecesinde olup; Asla had ve hudutlarını aşmazlar. Objektif ve orijinali bu; Peki bizimkiler neyin nesi?..

Neden ve niçin Türkiye Cumhuriyeti parlâmenterleri bir Cumhurbaşkanı adayı ileri sürebilme, bizzat aday olma veya istediklerini (ya da isteyeni) aday gösterebilmek uğruna medeni cesaret ve fazilet gösteremediler?. Durumdan şikâyetçi olup; 6271 sayılı yasayı suç unsuru olarak gösterenler; Mezkür yasa 2011 ve 2012 yıllarında görüşülürken “akıl tutulması ile malul” idiler?, veya akıl ve mantık melekeleri, idrak ve basiret becerileri uçup mu gitmişti?
Beka, basiret, ilim ve ferasetten nasipsiz eşhasın oralarda işi ne?

YÜKSEK YARGI NEDİR?..
Diğer taraftan; Ancak ve sadece adalet, hakkaniyet ve hukukta hata yapmayacak kadar ilim, ahlâk, kıdem, ehliyet, ilke, şahsiyet, haysiyet, yüksek karakter; Yani liyakat sahiplerinin görev yapabilecekleri “hak, adalet ve hukuk” hanelere YÜKSEK MAHKEME denilir. Türk Milleti’nin yüksek hars’ı ve asırlarca dünyayı idare etmiş medeniyetinin gerçeği ve değişmez geleneği, düsturu budur.

Her ne kadar; Bu tarihi gelenek ve genetik gerçek doğrultusunda, sadece yüksek ilim, ahlâk ve fazilet sahipleri Hukukçu (Hâkim, Savcı, Avukat), Ast. Subay, Subay, Polis ve Millet Memuru olabilirken (Osmanlı/Enderun ve İngiltere/Exeter örneği), 1960’dan sonra her önüne gelenin her yere girebildiği her makama aday olabildiği (vaktiyle Türk Ordusuna silâh çekmiş bir eşkıyanın Cumhurbaşkanı adayı olması) bir memleket büyük bir hesabın arifesindedir.
Çünkü artık bu ülkede yüksek mahkemeler adalet, hakkaniyet ve hukuk üretemiyor.
Şimdi söyleyin bakalım: YSK neden adil değil acaba?

BİR MESELE VAR!..
“Bizim halkımız vicdan sesini dinlemek istemiyor çünkü çok materyalist (toplumsal şizofreniye yakalanmış, paralize olmuş ve insani değerler yönünden mutasyona uğramış) olmuş durumda. Çok bencil (cahil, aciz ve zavallı) bir milletiz biz. Bu memleketin; bilim adamından, ekonomistten, iyi siyaset adamından ziyade, vicdanının sesini çekinmeden ortaya koyabilen, gerçekten yürekli, gerçekten sevebilen insanlara ihtiyacı var. Bizim para, bilgi, şöhret, sandalye severlere değil, birtakım menfaatler uğruna “üç maymunları” oynayan insanlara değil, tam tersine vicdan sesini ifade etmeye çalışan, seven, uyum sağlayan, ortak alan kurabilen insanlara ihtiyacımız var. Bizim asıl sıkıntımız buradadır.” (Evrensel İnsan; Ergün Arıkdal-Ruh ve Madde Yayınları, Sayfa: 222)

NETİCE OLARAK:
1. Türkiye Cumhuriyeti öncelikle ve derhal “milli para karşılığı teminat” olarak dolar göstermekten ve Merkez Bankası dolar rezerv etmekten vazgeçmek ve eskiden olduğu gibi “rezerv altın” uygulamasına geçmek zorunda ve durumundadır. Ayrıca, Merkez Bankası’nca belirlendiği açıklanan “politik faiz” reel ekonomi ve iktisat biliminde bulunmayan bir utanç, ayıp ve yüz karasıdır. Bu suiistimalden derhal vazgeçilmelidir.

2. BOP, kesinlikle Türk ve İslâm âleminin aleyhinedir. Türkiye bu menfur projeye taraf olmaktan acilen kurtulmak; Türk medeniyeti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük ve amansız düşmanı olan AB’yi terk etmek, Gümrük Birliği’nden çıkmak zorundadır. 1960’dan günümüze “millet iradesinin devlet idaresinde hükümferma olmaması” nedeniyle siyasette hâsıl olan güdümlülük, siyasi şirketçilik ve din ticareti olgusu büyük tahribatlara yol açmış bulunmaktadır. Bunun çaresi medeni, ilmî ve objektif siyasettir. Vesayet kovulmalıdır.

3. Şu an dünyayı alçakça sömüren:, Adalet, İnsan Hakları, Demokrasi ve Evrensel Hukuk kurumlarını kendi çıkarına kullanan NATO, BM, AİHM, LAHEY ve sair emperyalist kurumlarla ilişki, bağlılık, mütekabiliyet ve “insanlık davası, küresel adalet ve evrensel barış” yönünden etkinlik ve yarar durumlarını dikkate alarak yeni politikalar ve yeni tercihler ileri sürmelidir… İsrail’in, insanlık dışı saldırı ve alçakça soykırımlarından birini daha bu mel’un teşekküllerin gözü önünde yaşamaktayız. Şerefsiz ve soysuz mütegallibe durumundaki İslâm ülkesi diktatörleri ise lâf-ı güzaftan gayri önemi olmayan şarlatanlık ve şaklabanlıktan başka bir şey yapamıyorlar. Bu bir insanlık utancı ve “BM GÜVENLİK KONSEYİ SUÇUDUR” Şimdi bu melânet, şer ve şeamet suç örgütlerinde kurtulmanın tam zamanıdır.

4. Türkiye Cumhuriyeti Devleti; 11 Kasım 1938 ve 27 Mayıs 1960 karşıdevrimlerinin yıkıcı etkisinden, kirlilik ve çöküntülerinden kurtulmak; İş bu makalede bahsettiğimiz şekilde bir hesaplaşma ve yüzleşme ile iade-i itibar ve güven tazeleme cihetine gitmek zorundadır.

5. Bu meyanda: Öncelikle ve evvelâ kuvvetler ayrılığı ilkesi tahkim edilmeli:, Adalet siyasetten kesinlikle ayrılmalı:, Siyasi Partiler ve seçim yasaları çöpe atılıp mevcut rezilliğe son verilerek:, Milletin kendi vekilini seçmesi ve şaibeli siyaset şirketlerinin kapatılarak, halkın “doğru, dürüst, demokrat, saydam” kitle partilerine kavuşması sağlanmak zorundadır.

Türk Vatanı, Güvenlik-Esenlik Yurdu, Demokrasi, Lâiklik, Adalet ve Huzur İkliminin hırsızlık, rüşvet, gasp-irtikap, iltimas, ayırma-kayırma, anarşi, terör-tedhiş, haksızlık, görevi ihmal, suiistimal, sahtecilik, namussuzluk, kanunsuzluklara tahammülü yoktur. Artık mel’un kötülük, vatana/dine ve insana ihanete son verilmek ve İYİLİK İŞ BAŞI yapmak zorundadır.

CHP İçindeki Atatürkçü-Milliyetçi Kadroların Direnişi; Kutsal Başkaldırı ve (Mustafa Kemal ATATÜRK'ün Siyasi Mirasının Gerçek Sahibi) DEMOKRAT PARTİ’nin Demokrasi, Adalet ve Hukuk Mücadelesi; Hürriyet Misak’ı ile Milli Misak… Mustafa Nevruz SINACI

CHP İçinde Atatürkçü-Milliyetçi Kadroların Direnişi; Kutsal Başkaldırı (Mustafa Kemal ATATÜRK'ün Siyasi Mirasının Gerçek Sahibi) DEMOKRAT PARTİ’nin Demokrasi, Adalet ve Hukuk Mücadelesi; Hürriyet Misak’ı ile Milli Misak
Mustafa Nevruz SINACI
Tarihi ve kadim (gerçek) Demokrat Parti, mutlak bir ihtiyaç, hayati gereklilik ve mecburiyet sonucu (CHP Mustafa Kemal ATATÜRK'ün izinde yürümekten ve O'nun partisi olmaktan bütünüyle uzaklaştırılması nedeniyle; Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâbını yeniden hayata geçirmek amacıyla ) kurulduğunda, Türkiye’de demokrasi, insan/vatandaş hakları, adalet ve hukuk yoktu. 
Anayasa da tanımlanan “kuvvetler birliği” ilkesi, sadece ve yalnızca müstebit İsmet İnönü anlamına gelirdi. Kuvvetler birliği’nin anlamı buydu. Zira dönem itibarıyla İsmet İnönü, hem CHP Genel Başkanı, hem Başbakan ve hem de Cumhuriyetin Reisi idi. Başbakan ve bakan nam hükümetin baş’ları (ve istibdadın icra unsurları) sadece kâtip hükmünde olup, Milli Şef’in emir ve direktiflerini yerine getirmekle memur ve mükellef kişilerdi!..
Memleketin her yanında, hâkim ve hükümran Halk Partisi ceberrutları sâyesinde milli gelir kavramı alt üst olmuş, nüfusun kahir ekseriyeti açlık, yokluk, hastalık ve kıtlıktan kırılır hale düşmüştü. Üstüne üstlük, sefaletten bitap, biçare ve bin türlü ıstıraptan bizar vatandaş, bunca dert yetmezmiş gibi, bir de hükümet baskısı, haksız vergi takibi, gasp, irtikap, haraç, mezat vukuatları ve jandarma zulmünden bizar ve bitaptı…
İşte, Demokrat Parti'nin, "Halk Partisi Kurucularından Celâl Bayar, Prof. Fuat Köprülü ile Adnan Menderes ve arkadaşlarının" Cumhuriyet, Adalet, İnsan Hakları, Demokrasi ve Hukuk mücadelesi bu zor ve ağır şartlar altında böyle başladı. 
Milli Mücadele, Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâbını tekrar ruhlandırma yolunda başlayan ağır ve zorlu mücadele; 
Kararlı adımlar, meşakkatli merhaleler ve fazilet timsali tertemiz, berrak, şeffaf ve şerefli bir mücadele sonucu 14 Mayıs 1950’de kazanıldı. Bu nedenle DP’nin efsanevi zaferine “Beyaz İhtilâl” ve “Demokrasi Bayramı” denildi. Şimdi mücadele muhteviyatına ve aşamalara bakalım:
I. DP KONGRESI
(07 - 10 Ocak 1947)
VE HÜRRİYET MİSAK-I

7 Ocak 1947 günü başlayarak dört gün süren DP I. Büyük Kongresi'nin Türk siyaset, adalet, hukuk ve demokrasi tarihindeki yeri çok büyüktür. Bu Kongre ayrıca Partinin bütün hayatında etkisi görülecek kararlara vesile ve olaylara da sahne olmuştur.
Tarihi ve kadim DP’nin ilk Kongresinde, delegeler adeta bir ihtilal havası estirecek kadar coşkuluydular. Aralarında Prof. Kenan Öner, Samet Ağaoğlu, Osman Bölükbaşı, Dr. Mükerrem Sarol ve Osman Sarol'un bulunduğu bir grup, “Parti Milletvekillerinin Meclis’ten çekilmelerini” istiyor; İktidarı, milletle karşı karşıya getirmeyi tek çıkar yol görüyordu.
Buna karşılık: Adnan Menderes, Refik Şevket İnce, Ekrem Hayri Üstündağ, Hulusi Köymen'in sözcülüğünü yaptığı ve zaman zaman Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu ve Refik Koraltan tarafından desteklenen grup ise, (ilerde "müfrit (aşırı/taşkın) ve muhafazakâr" kanat saflarında yer alacak bazı şahsiyetler), çok sert konuşmaları ile dikkatleri çekmiştir.
BÜYÜK BİR ZULÜM VE İNSANLIK SUÇU: 
VARLIK VERGİSİ!..
Bursa delegesi Fuat Ama, "istibdat devrinde millet padişaha karşı, 'senden büyük Allah var' derdi. Bugün de biz iktidar sevdalılarına, senden büyük millet var diyoruz" diye konuşurken, General Sadık Aldoğan, "Yapılacak iş, Anayasayı tadil etmek değil, Anayasaya aykırı kanunlar yapan CHP’ni yaptığı kanunlarla beraber süpürüp atmaktır” diyordu..
Kongrede, özellikle Bölükbaşı büyük tesir bırakmış ve Abdülhamit'ten bahisle, "Taçsız-tahtsız sultan istemiyoruz. 23 senelik idarenin adı ile tadı bir olmamıştır" biçimindeki konuşması ile İsmet İnönü idaresini çok ağır bir surette yererek kınamıştır.
Sonuçta:
Demokrat Parti milletvekillerinin Meclise katılmadan "sine-i millete" dönmesini isteyenlerin başında gelen İstanbul İl Başkanı Prof., Kenan Öner’in Divan Başkanı seçildiği Kongre’de (Kenan Öner ve onun gibi düşünenlere göre: Meclise girmek Halk Partisi iktidarını ve iktidarın devlet yönetimindeki "totaliter" görüşlerini, hele seçimlerdeki baskı ve hilelerini en azından affetmek olacaktı) genç kuşaklardan Ahmet Tahtakılıç, Ahmet Oğuz, Hasan Dinçer ile Samet Ağaoğlu GİK'e girmişlerdir.
OSMAN BÖLÜKBAŞI "DEMOKRASİNİN GARANTİSİ OLACAKMIŞ!.."
Osman Bölükbaşı ise kulis aralarında, delegelere kendisini, "Ne de olsa hamurları tek parti devrinin teknesinde yoğrulmuş kuruculara karşı GİK’de demokrat düşüncenin garantisi olmak" vaadi ile takdim etmiş, nefes nefese konuşması ile delegeden delegeye koşmuş, ancak isteğine kavuşamamıştır. (Ağaoğlu, 1992: 58-59).
HÜRRİYET MİSAK-I
Nihayet Büyük Kongrenin 4. günü olan 10 Ocak 1947 tarihinde:, “Anayasaya aykırı kanunların tasfiyesi, Seçim Kanunu'nun güvenceli hale getirilmesi, devlet başkanlığı ile parti başkanlığının ayrılmasını” isteyen “Hürriyet Misakı” ilan edilmiş ve bu şartlar yerine getirilmediği müddetçe, Meclis'ten çekilip "sine-i millet"e dönme yetkisi, Kurucuların hâkim olduğu Genel İdare Kuruluna verilmiştir.
Başlarında Prof. Kenan Öner'in bulunduğu hizip, şiddetli hareket edilmesini ve DP mebuslarının istifalarını vererek sine-i millete dönülmesini ve CHP iktidarının gayr-ı meşru olduğunun ilan edilmesini istiyordu.
Samet Ağaoğlu, Bölükbaşı, Mükerrem Sarol, Osman Kapani ve İsmet Bozdağ bu düşüncede olanlardandı.
Bunlara ilaveten kongrede delegelerin pek çoğu, büyük kongreye ait olan Meclis'ten çekilme yetkisinin, Kurucuların hâkim olduğu GİK’e verilmesi taraftarı olmamasına rağmen, kurucular bu konuda ağırlıklarını koyarak istedikleri kararı çıkartmışlardır... (Goloğlu, 1982: 155). 
II. DP KONGRESI
(20-24 Haziran 1949)
VE MİLLİ MİSAK
(MİLLİ AND)

“ – Seçim kanununun ve seçimlerle alâkalı hükümlerin vaz’ından maksat millet iradesinin serbest tecellisini teminden ibarettir. Mevzuu kanunlara ve müesses nizama aykırı hareket, kuvvet darbesi, millet ve vatandaş haklarının ihlali neticesine varacağından, buna meydan verilmemek üzere;
Memleket için büyük zarar ve tehlikeleri mucip olacak bu hale müsaade edilmemesi, bu mevzuda haklarına tecavüz olunan bütün vatandaşların meşru müdafaa halinde kalmaları, haklarını Anayasa ve Türk Ceza Kanununun müeyyidelerine dayanarak hareket etmeleri kaçınılmaz bir zaruret olacaktır. Bu hususların rey sahibi bütün partilere ve Türk umumi efkârına bildirilmesi, ayrıca Hükümetin ve vazifelilerin keyfiyetten haberdar edilmelerinin temini zaruri görülmüştür.
TEK PARTİ (İNÖNÜ) ZİHNİYETİ; 
CEBERRUT YÖNETİP VE DESPOTLUĞA SON
Ancak, tek parti zihniyetini ve Halk Partisi iktidarını, kanunların ihlali pahasına da olsa devamını kararlaştırmış olanlar, kongremizin bu kararı almış olmasını halkı ihtilale teşvik mahiyetinde tefsir etmeye kalkışabilirler. Hal bu ki ihtilâl mevcut ve müesses içtimai ve siyasi nizamın cebren değiştirilmesine matuf bir hareket olup, yukarıda tarif/tavsif edilen hareketler ihtilal tabirinin tamamıyla şümulü dışında, meşru hakların ve meşruiyetin müdafaası mahiyetindedir. Bu itibarla vatandaş siyasi hak ve hürriyetlerinin kullanılmasına ve milli hâkimiyet ve hürriyet esaslarının tahakkukuna herhangi bir surette engel olacak kanun dışı hareketlerden tevakki olunması lüzumunu memleketin en yüksek menfaatleri hesabına belirtmek isteriz. Aksi yolda harekete teşebbüs edenlerin ise, milli vicdanın ifadesi olan millet husumetine maruz kalmak gibi ağır ve tarihi bir mesuliyete mahkûm olacakları muhakkaktır.”
Halk Partisi/CHP tarafından bu karar “Milli Husumet Andı” olarak algılanmış ve ard niyetle tahrik unsuru olarak kullanılmıştır. Oysa Hürriyet Misakı; Cumhuriyetin temeli Misak-ı Milli’nin tamamlayıcı/bütünleyici, vazgeçilmez bir unsuru olup 1938-1950 arası Halk Partisi ve hükümetlerince ısrarla takip olunan ve yer yer kin, nefret, şiddet, mezalim ve husumetle uygulanan despotizm ve demokrasi karşıtı diktayı hedef alan onurlu ve soylu bir duruştur. 
MİLLİ MİSAK VE HÜRRİYET MİSAK'ININ
ETKİ VE YANKILARI

Demokrat Parti I. Kongresi'nde kabul edilen "Hürriyet Misakı", yaklaşık 7 ay sonra kısmen etkisini gösterip, semeresini vererek İnönü'nün, “partiler arasında tarafsız kalacağı ve DP'nin güvence altında muhalefet yapabileceği” sözünü vermesine yol açtı.
Daha sonra, 20 Haziran’da başlayıp 24 Haziran 1949’a kadar 5 gün süren II. Kongrede kabul edilen “Milli Misak”; Demokrat Parti hareketi’nin, millet tarafından önceleri muvazaa olarak algılan imajını temelden değiştirdi. Hürriyet Misakı’nın tamamlayıcı unsuru ve tam bir azim, irade ve kararlılık gösterisi niteliği arz eden Milli Misak, halkın büyük bir umut, itimad, özgüven ve heyecanla DP’ye sarılmasına vesile oldu. Esasında, zamanla durum bunun da çok ötesine geçti. Dönem itibarıyla başkaca hiçbir alternatifin olmadığı gerilim yüklü bir ortamda, geniş halk kitleleri; Baskı, sömürü, esaret, zulüm ve işkenceden kurtulmak umuduyla DP'ye, içtenlikle, samimiyet ve teveccühle sarılıp bağlandılar.
Sebep ve inandırıcı unsur “Hürriyet Misakı ile Milli Misak” idi…
MODERNLEŞME TARİHİNDE
1950 SEÇİMLERİNE UZANAN YOL

Demokrat Parti ilk katıldığı 1946 seçimlerinde “iktidarın seçim pusulalarında hile yaptığını” ilan edip Recep Peker hükümetini yerden yere vuruyordu ve 1947’de yaptığı ilk kongresinde Hürriyet Misakı’nı kabul etti; bu, misak-ı millinin kasıtlı bir taklidiydi. DP, Hürriyet Misakına dayanarak, hükümetin demokrasiyle bağdaşmayan kimi yasaları geri çekmemesi durumunda meclise girmeyeceğini ilan etti. İsmet İnönü bu tehdidin önemini o saat kavradı.
Çünkü oy pusulalarında yapılan hileler yüzünden Peker hükümeti hem içte hem de dış dünyada “meşruiyeti kuşkulu” ilan edilmişti ki bu görüş, ABD katında da onaylanmıştı.
Amerikan yardımının çok önemli olduğu bir dönemde İnönü hemen Peker’in istifasını istedi, yerine San Francisco Konferansı’nda Türk heyetine başkanlık eden Hasan Saka’yı getirdi. Ve CHP hemen “değişim siyasetine” soyundu. Kasım 1947 kurultayında ilk kez serbest girişimi savundu, Çiftçiyi Topraklandırma Yasası’nın 17. maddesini geri çekeceğini açıkladı. Ardından dini siyasete alet ettiğini öne sürdüğü DP’yi alt etmek amacıyla okullarda din eğitimine izin verme kararı aldı. 
İsmet İnönü’nün yenilikçilere destek vermesine rağmen parti parçalanmadı; bu da CHP’nin içindeki disiplinin göstergesiydi. CHP’nin bu uzlaşmacı tutumu DP’de derin sorunlara yol açtı. Çünkü DP’lileri bir arada tutan şey, tutarlı bir siyasi program değil, CHP’ye karşı yürüttükleri ortak muhalefetti.
Demokrat Parti önderlerini fazla ılımlı bulan kimi milletvekilleri 1944’te İnönü’nün Genelkurmay Başkanlığı’ndan azlettiği Fevzi Çakmak’ın önderliğinde Millet Partisi’ni kurdu ve DP’nin meclis gurubu 1949’da yarı yarıya azaldı.
Ama DP, böylece daha tutarlı bir partiye dönüştü; safra atmış oldu. İnönü Millet Partisi’nin DP oylarını böleceği inancından yola çıkarak, daha önceleri “İslamcı eğilimleri” nedeniyle dışladığı Şemseddin Günaltay’ı başbakanlığa getirdi. Seçim yasası muhalefetin dayatması sonucunda değiştirildi;
Şubat 1950’de seçimlerin 14 Mayıs’ta yapılması kararlaştırıldı.

Sonuçsa;
CHP için tam bir hüsrandı!.. DP oyların yüzde 53.4’ünü alırken CHP yüzde 39.8’de kaldı. CHP seçim sonuçlarını itirazsız kabul etti, hatta İnönü, kimi durumdan vazife çıkarmaya meraklı askerlerin darbe yapmasını engelledi. Türkiye demokrasiyi benimsemişti; iktidar halkın oylarıyla el değiştirmişti. Bu demokrasiyi sindirme süreci on yıl devam etti.
Derken, 27 Mayıs’ta diktacılık, vesayet tutkusu ve elitizm yeniden hortladı.
Hürriyet misakı, Demokrat parti'nin kuruluşunun ilk yıldönümünde toplanan (7 ocak 1947) büyük kurultay sonunda yayımlanan bildirge. Özgürlüklere yönelik soyut bir özlemler paketi niteliğindeki bu bildirge, iktidar yanlısı basında ve hükümette büyük tepkilere yol açtı. İktidar-muhalefet ilişkilerinin sertleşmesi üzerine, cumhurbaşkanı İnönü ile DP Genel Başkanı C. Bayar arasında başlatılan görüşmeler, İnönü tarafından yayımlanan “12 Temmuz beyannamesi” ile yeni ve olumlu bir yörüngeye girdi. (18.10.2012, Aziz Üstel, Star Gazete)
DEMOKRASİYE DOĞRU BİR ADIM:
12 TEMMUZ BEYANNAMESİ


İnönü, “meşru ve kanuni siyasi partilere karşı tarafsız ve eşit muamele mecburiyeti, siyasi hayat emniyetinin temel şartıdır” diyerek Peker hükümetinin muhalefet partilerine karşı tarafsız ve eşit yaklaşmadığını açıktan ifade ve itiraf ediyordu.
1945 yılı Türkiye’nin siyasi hayatında yeni bir dönemin kapısını açtı.
II. Dünya savaşı sonrasında demokratik değerlerin kutsanmaya başladığı günlerde Türkiye de rejimini serbestleştirme yoluna girecekti. Uzun yıllar sonra ilk kez iktidar partisinin karşısında bir muhalefet partisinin kurulmasına izin verildi. CHP’den ayrılan bazı milletvekilleri Demokrat Partiyi kurarak siyasal alanda muhalefete başladılar. İktidar ve muhalefet partisi arasındaki mücadele çoğu zaman gerginliklere sahne oldu.
Bu gerginliklerden biri 1946 seçimlerinin ardından yaşandı.
Türkiye’nin ilk çok partili genel seçimi olan 1946 yılı seçimlerinden sonra Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Recep Peker’i başbakanlığa atadı. Demokratikleşme yoluna girmiş Türkiye’de, tek partili rejimle özdeşleşmiş bir kişiliğin başbakanlığa getirilmesi muhalefet partisinde büyük bir hayal kırıklığına sebep oldu. Peker kabinesinin göreve başlaması ile iktidar ile muhalefet arasındaki gerginlik günden güne arttı.
Peker muhalefete oldukça sertti. 1947 bütçe görüşmelerinde hükümeti eleştiren Demokrat Parti liderlerinden Menderes’e “maraz bir psikopat ruhun ifadesi” şeklinde karşılık verecekti. Bu ifadeler muhalefetin meclis oturumlarını uzunca bir süre protesto etmesine sebep olurken iktidar muhalefet ilişkisini daha da gerginleştirdi.
İktidar ile muhalefet arasındaki ilişki gitgide bozulurken 7 Ocak 1947 tarihinde Demokrat Parti kurultayı toplandı. Bu kurultayda Hürriyet Misakı adı verilen bir rapor kabul edildi. Kurultayda kabul edilen raporda Anayasaya aykırı anti demokratik yasaların kaldırılması, yargı bağımsızlığı, seçim sisteminin yeniden düzenlenmesi, hükümetin ve idarenin tarafsızlığının sağlanması, parti başkanlığı ile cumhurbaşkanlığının birbirinden ayrılması gerektiği açıklanıyordu. Demokratik bir yönetim için gerçekleşmesi gereken bu isteklerin karşılanmaması halinde ise sine-i millete dönüleceği ifade ediliyordu.
Demokrat Partinin aldığı bu karar CHP ile DP arasındaki ilişkileri daha da gerginleştirdi. Nisan ayında yapılacak İstanbul ara seçimlerine Demokrat Parti girip girmemeyi tartışırken Recep Peker 1 Nisan da seçime katılmak istemeyen DP’ye “ istiklal mahkemeleri kanunun hala meri (yürürlükte) olduğunu hatırlatıyordu. Bu gelişme Demokrat Parti ile CHP arasındaki ilişkileri tam anlamıyla kopardı. Demokrat Parti İstanbul’daki ara seçimlere katılmadı. İktidar ile muhalefet arasında gerginliğin sürekli bir şekilde artması üzerine Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Başbakan Recep Peker ve Demokrat Parti lideri Celal Bayar ile haziran ayının ilk haftasından itibaren bir dizi görüşme yaptı. İnönü Recep Peker’den çok partili sistemin sağlam temellere oturtulmasını sağlayacak düzenlemeler yapmasını talep etti. Ancak Peker bu isteklere karşı çıktı. Bu gelişme üzerine 12 Temmuzda cumhurbaşkanı İnönü tarafından bir beyanname yayınlandı.
'12 Temmuz Beyannamesi’ adıyla ünlenen bildiri, 11 Temmuz günü radyoya ve Ajans’a verildi, 12 Temmuz günü ise gazetelerde yayımlandı. İnönü beyannamede, iktidar ve muhalefetin iddialarını dinlediğini, kendisinin her iki partiye de eşit mesafede olarak her iki tarafın da haklılık paylarının olduğunu ifade ediyordu. Bununla beraber “meşru ve kanuni siyasi partilere karşı tarafsız ve eşit muamele mecburiyeti, siyasi hayat emniyetinin temel şartıdır” diyerek Peker hükümetinin muhalefet partilerine karşı tarafsız ve eşit yaklaşmadığını açıktan ifade ediyordu. İnönü, “Muhalefet, teminat içinde yaşayacak ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde olmadığından müsterih olacaktır. İktidar, muhalefetin kanun haklarından başka bir şey düşünmediğinden emin bulunacaktır” ifadeleriyle iktidar ve muhalefetin ülke demokrasisine katkı sağlamak için beraber çalışması gerektiğini belirtiyordu.
Bu beyanname ile İnönü Türkiye’nin yönünün çok partili demokrasi olduğunu tek partili düzene bir daha dönüş olmayacağını açıkça ilan etmiş oldu. Yaşanan bu gelişmelerin ardından Başbakan Recep Peker Ağustos ayının sonunda istifa etmek zorunda kaldı. (Ömer Aymalı- Dünya Bülteni / Tarih Dosyası)
12 TEMMUZ BEYANNAMESİ
Hükümet Reisi ve Muhalefet Lideri ile son günlerde memleketin iç durumu üzerindeki konuşmalarımı ve bu hususta kanaatlerimi ve fikirlerimi söylemek zamanı gelmiştir.
7 Haziran tarihinde görüşmek üzere çağırdığım Bay Celal Bayar bana DP idare heyetinin baskısı altında bulunduğunu beyan ve şikâyet etti. Haberdar ettiğim Başbakan, aynı mevzuları daha evvel aralarında görüştüklerini hikâye ederek, böyle bir baskının olmadığını, idare mekanizmasının memleketin huzurunu bozacak mahiyetteki tahriklere karşı çok güç durumda kaldığını beyan eyledi. Bundan sonra, iki tarafı bir arada dinlemek için, 14 Haziran tarihli buluşmayı tanzim ettim. Başbakan ve Yardımcısı Devlet Bakanı ile Demokrat Parti Genel Başkanı hazır bulundular. İki taraf arasıda karşılıklı tartışma içinde iki buçuk saat devam eden bu konuşma, başladığı noktada bitti. Demokrat Parti Başkanı, partisinin baskı altında bulunduğu noktasında ısrar ve partisinin kanun dışı maksatlar ve ihtilal usulleri takip ettiğine dair ithamları reddetti. Hükümet Reisi, idare mekanizmasının baskı yaptığı iddiasını kabul edemeyeceğini ve şikayet vesikalarını tetkik ve takibe hazır olduğunu tekrar söyledi ve Muhalif Partinin çalışma usullerini düzeltmesi lazım olduğu iddiasında kaldı.
17 Haziran tarihinde Bay Bayar’ı tekrar kabul ettim. Bana, vaziyeti arkadaşlarıyla görüştüğünü, benim durumuma karşı teşekkürle mütehassıs olduklarını söyledikten sonra, baskı vardır kanaatinde olduklarını ifade eyledi. Bunun üzerine; 2 defa görüştüğüm Başbakan, iktidar partisiyle muhalefet partisinin Büyük Meclisteki münasebetleri ve karşılıklı çalışmaları yolunda hayırlı terakkiler olduğunu takdirle söyledikten sonra.; “Biz de kendimize düşen vazifeleri sadakatle ifa edeceğiz, size söz veriyorum” dedi ve iki ay sonra Büyük Meclis toplanıncaya kadar partilerin münasebetlerinde itimadı artıran terakkiler olacağına ümidinin kuvvetli olduğunu ilave eyledi. Bu beyanatı Bay Bayar’a 21 Haziran tarihinde naklettim.
Bay Bayar, bu konuda fiili neticeye intizar edilmesi lazım geleceğini bildirdi. Bundan sonraki tartışmalar Muhalefet Liderinin Sivas nutkunda ve Hükümet Reisinin 2 Temmuz tarihli beyanatında ve ondan sonraki karşılıklı cevaplarda görülmüştür. Vaziyet hulasa olunursa, iki taraf şikayetlerinde ve savunmalarında ısrar etmiş ve şiddetli tartışmalar esnasında karşılıklı iyi niyetlerin ifadesi olan bazı tatmin edici parçalar hatırlarda kalmıştır. Siyasi havayı yumuşatan bir iyilik olmak üzere, dertleri bilenlerin, kendiliklerinden, karşı tarafı teskin edici tedbirler alacakları ümidi uyanmıştır. Bunun dışında olarak, durum, Muhalefet Partisi Liderinin “fiili bir netice beklemek” şeklinde ifade ettiği hükümde görülür. Yani, bir başka ifadeyle durum karşılıklı iddialar bakımından düğüm halini muhafaza etmiştir.
Şimdi ben, bu düğümü çözmeğe çalışacağım. İki tarafın şikâyet ve müdafaalarının delillerini tafsil etmekte fayda görmüyorum. Zaten bunlar umumi efkârca da kâfi derecede bilinmektedir. Gördüm ki, taraflardan hangisinin haksız yahut hangisinin daha evvel karşısını kırmağa başlamış olduğunu aramakta da fayda yoktur. Ben, idare mekanizmasının baskı yaptığını Hükümet Başkanının kabul etmemesini, öyle bir hareketi tasvip etmeyeceğini katiyetle beyan eylemesini, bir teminat ifadesi olarak aldım ve bunu Bay Bayar’a söyledim. Ben, Muhalefet Liderinin kanundışı maksatlar ve metotlar isnadını reddetmesini, muhalif parti çalışması için şart olan kanun içinde kalmak esasının göz önünde tutulduğuna ve tutulacağına dair tatmin edici bir teminat olarak kabul ettim ve Başbakana bunu söyledim. Her iki tarafla uzun konuşmalardan çıkardığım bu neticelere inanmak istiyorum ve inanıyorum. Bizi bu inanışa getiren bu durumu, memlekette siyasi partilerin çalışıp gelişebileceğine kati ümit veren en mühim merhale sayıyorum. Şimdiye kadar, memlekette geçen iktidar ve muhalefet tecrübesinin muvaffak olmamasını, bir seneden beri geçirdiğimiz tecrübelere, onların dayanamamış ve bu günkü siyasi durumu elde edememiş olmalarında görüyorum. Benim kanaatimce, bir buçuk seneden beri geçirdiğimiz tecrübeler ağır ve bazen ümit kırıcı olmuştur; amma, gelecek için her türlü ümitleri haklı çıkaracak bir muvaffakiyet temin edilmiştir. Bu durumu muhafaza etmek ve onun gelişmesini sağlamak, iktidar ve muhalefet partilerinin vazifeleri olmak lazımdır. Gelecek için tedbirler, benim kabul ettiğim gibi, şu noktadan hareket etmekle bulunabilir. Benim, bu son dinlediğim karşılıklı şikâyetler içinde mübalağa payı ne olursa olsun, hakikat payı da vardır. İhtilalci bir teşekkül değil, bir kanuni siyasi partinin metotları ile çalışan muhalif partinin, iktidar partisi şartları içinde çalışmasını temin etmek lazımdır. Bu zeminde ben, Devlet Reisi olarak, kendimi her iki partiye karşı müsavi derecede vazifeli görürüm.
İdare mekanizması, yani Valilerimiz ve maiyetleri, bir seneden beri çok ağır bir tecrübe geçirmişlerdir. Öyle zamanlar oldu ki, memlekette hükümetin mevcut olup olmadığı bile şüphe götürür idi. Sorumlu Hükümetin huzur ve asayiş vazifesi münakaşa götürmez. Fakat meşru ve kanuni siyasi partilere karşı tarafsız, eşit muamele mecburiyeti, siyasi hayat emniyetinin temel şartıdır. Bu arada, siyasi partilere mensup olan veya görünen hususi maksat sahiplerinin şirretliklerini pervasız olarak tesirsiz bırakmak hususunda partilerin dikkat göstermeleri icap eder. Siyasi partilerin hangisi işbaşına gelirse gelsin onları, idare mekanizmasında çalışanların, haklarına ve itibarlarına karşı adaletli bir zihniyette olacaklarına inandıracaklardır. Zannediyorum ki, Hükümet Reisi ile Muhalefet Lideri arasındaki son tartışmada, iki tarafı sebat ettikleri noktadan ayırmak gayretine düşmeksizin, her iki tarafın bekledikleri şeyleri söylemiş ve temin etmiş oluyorum.
Vatandaşlarıma, Hükümetle ve iktidar partisi ile muhalefet partisi arasında görüşme ve araya girme safhalarını olduğu gibi anlatmış olduğumu ümit ederim. Varmak istediğim netice, başlıca iki parti arasında temel şartın, yani emniyetin yerleşmesidir. Bu emniyet, bir bakımdan memleketin emniyeti manasını taşıdığı için, benim gözümde çok ehemmiyetlidir. Muhalefet, teminat içinde yaşayacak ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde olmadığından müsterih olacaktır. Büyük vatandaş kütlesi ise, iktidarın bu partinin veya öteki partinin elinde bulunması ihtimalini vicdan rahatlığı ile düşünebilecektir. Bu neticeye varmak için karşılaştığım güçlükler, çok zaman, yalnız ruhi mahiyette olan amillerdir. Bu güçlükleri yenmek için, siyasi hayatımızı idare eden, iktidarda veya muhalefetteki liderlerin samimi yardımlarını isterim.
Bu beyanatımı, neşrinden önce, Başbakanla Muhalefet Lideri görmüşlerdir.
12 Temmuz 1947, T.C. Cumhurbaşkanı - İSMET İNÖNÜ
(NÜVE FORUM, Tarihten olaylar – 12.12.2013)

9 Temmuz 2018 Pazartesi

PROGRAM HAZIRLIKLARI BAŞLADI: CUMHURİYETÇİ DEMOKRATLAR HAREKETİ “AÇILIM, TANITIM, AMAÇLAR/GEREKÇE, İLKELER VE HEDEFLER” Bu metin baz alınmak suretiyle "ekleme, eleştirme, öneri-katkı ve tamamlama" yapılacak.

CUMHURİYETÇİ DEMOKRATLAR HAREKETİ
“AÇILIM, TANITIM, AMAÇLAR/GEREKÇE, İLKELER VE HEDEFLER”
TANIM (BİZ KİMİZ)
Cumhuriyetçi Demokrat Parti,  halkın mutluluk, zenginlik, güvenlik, hürriyet ve refahı için; Devlet idaresinde millet iradesini hâkim kılmayı; Ulus Devletin özgürlük, bağımsızlık, hukuk ve hükümranlığını Misak-ı Milli Sınırları dahilinde temin ve tesis ederek; Kadim gelenek ile müsakbel gelecek arasında sağlam/sarsılmaz köprüler kurmayı amaçlar. Namuslu, dürüst ve demokrat; İlkeli, onurlu ve sorumlu; İktisadi, siyasi ve sosyal; Atatürkçü bir halk hareketidir.
Cumhuriyetçi Demokrat Parti; 09 Eylül 1923 tarihinde Mustafa Kemal Paşa (Atatürk), Celâl Bayar, Prof. Fuad Köprülü, İsmet İnönü ve Refik Saydam tarafından kurulan Halk Fırkası’nın 10 Kasım 1938’e kadar olan bölümüne karşılık gelen dava, manâ ve misyon süreci ile;
7 Ocak 1946’da Celal Bayar, Fuat Köprülü, Adnan Menderes ve Refik Koraltan tarafından; Mustafa Kemal Atatürk’ün (8 Kasım 1937 günü TBMM’de Hükümet Programını açıklayan) Başbakan Celâl Bayar’a hitaben: “Millete yepyeni bir program bildirdiniz. Bu program benim millete söz verdiğim programdır. Celâl Bayar ve arkadaşları benim millete söz verdiklerimi yapacaklarını bana ve millete söz verdiler. Ben, milletle birlikte Celâl Bayar ve arkadaşlarının programının nokta nokta uygulandığını izleyeceğim. Daha iyi açıklayayım: Ben Türkiye Cumhurbaşkanı Atatürk ve Türk milleti, Başbakan Celâl Bayar’ın ve onun hükümetinin programını izliyor ve fiilî sonucunu görmek istiyoruz”. (Ayın Tarihi; 1937, Sayı: 48, s.63) hitabına mazhar ve muhatap olarak kurulan tarihi ve kadim Demokrat Parti’nin (07 Ocak 1946 – 27 Mayıs 1960) bileşkesi ileri, çağdaş, modern ve güncel sentezidir.
AMAÇ
Siyasi mücadelesine “Özgürlük, tam bağımsızlık, hür, hâkim ve hükümran Devlet” ideal ve inancı, azim-irade ve kararlılığı ile başlayan Halk Fırkası ile ‘Yeter! Söz milletindir’ haykırışı, ilkeli duruş ve direnişi ile sulta, dikta ve haksızlığa baş kaldıran Demokrat Parti özünde halkın bağrından fışkırmış, halka, hak’a, adalet, hukuk ve demokrasiye dayalı evrensel barış ve milli uyanış hareketleridir.  Cumhuriyet tarihinin en köklü kurucu ve koruyucu unsurları olan Halk Partisi ile Cumhuriyeti Demokrasi ile taçlandıran Demokrat Parti, siyaseti insan için; İnsanın maddi-manevi, ilmî-kültürel, sosyal-siyasal ilerleme/kalkınma ve gelişmesini; Çağdaş-güncel normlarda hayata geçirmek ve gerçekleştirmek için yapmıştır. Bu uğurda asgari müşterek, temel değer,  hedef,  ilke ve amaçları:, Cumhuriyetin esas, usul-unsur, Adalet ve Hukukun olmazsa olmaz norm, standart ve değerleri çerçevesinde; Samimi, hakiki, saydam ve bilimsel; Namuslu-dürüst,  gerçek demokrasiyi hayata geçirecek, hiç bir ayrım gözetmeden halkımızın tamamını, her türlü siyasi, sosyal, ekonomik zulüm ve baskıdan arınmış, özgürlük, hak-hukuk, adalet ve güvenlik ortamına kavuşturmak suretiyle: Aziz Türk Milletini gerçek başarı, birinci sınıf devlet, zenginlik, refah ve mutlulukla muasır medeniyet seviyesine ulaştıracak ortam ve şartları oluşturmaktır.
GENEL DURUM VE ÇÖZÜM
Yirminci yüzyılın  başlarında imparatorluklar dağılırken, ortaya çıkan bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti, bir asır sonra, yirmi birinci yüzyılda yoluna devam ederek kurucu önderin hedef olarak ortaya koyduğu, “sonsuza kadar var olma yolunda” kendini yenileme noktasına gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti, varlığını temsil eden kurucu liderliğin “Türk ulusunun” egemenliğini sağlamak amacıyla kurulmuş, kendine özgü bir devlet modeli olup; Demokratik, laik ve sosyal, tam bağımsız, hür ve hükümran bir hukuk devletidir.
Ancak, Devletin kuruluşundan bu yana, yıllar geçtikçe milli mücadelenin heyecanı yitirilmiş, coşku yok olmuş; Zamanla umutlar boşa çıkmış ve halkın tutunduğu dallar kırılmıştır. Batıya yaklaştıkça çılgınca tüketim eğilimi artmış, üreterek kazanma hevesi söndürülmüş; Toplumun geleneksel dokusu bozularak insancıl değerler yıkılmıştır. Yaşadığımız coğrafyanın getirdiği ikilemler aşılamamış, giderek kutuplaşmalar daha da tırmanarak kesinleşmiş; Cumhuriyetin kuruluşundan gelen kamu yararı kavramı bir yana itilmiş, kamuya hizmet anlayışı terk edilmiş özel çıkarlar doğrultusunda kamu yönetimi yozlaştırılmıştır. Emperyalist çıkarlar yönünde dışarıdan bağımlı bir ekonomik yapı dayatılmış ve ülkenin yeniden yarı sömürge durumuna düşürülmesi yönünde içeride bir düşünce terörü estirilmiştir. Batı hegemonyası geliştikçe, sömürgeleşen ülkede niteliksizlik her alana yayılmış; Dış baskılar sonucu zayıflayan devlet bünyesinde demokrasi cumhuriyeti kemirmeye başlamış ve cumhuriyet rejimi fazlasıyla yara almış ve çağdaş cumhuriyet rejimi bu noktada tasfiye edilme aşamasına getirilmiştir.
Her yönü ile çürüyüş ve çöküşe mahkûm edilmek istenen Türk devletinin, yeniden toparlanıp uluslar arası alanda eskisi gibi güçlü olabilmesi için, Türk ulusu ve devletinin bir diriliş çıkışı zorunlu olmuştur. Akla, bilime ve Türk halkının ulusal çıkarlarına uygun olacak bir yeni çıkış için, cumhuriyetin yenilenmesi ve bu doğrultuda yeni bir programın ortaya konulması şarttır. Dünyanın tam ortasında inkılâpçı bir atılımla  kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetinin tekrar dirilebilmesi için, yarım kalan Türk inkılâbının bir program ile tamamlanması gerekmektedir. Dışarıdan bir küresel saldırı ile karşı karşıya kalan Türk devletinin, içinde bulunduğu dönemi doğru değerlendirerek, tam bağımsızlığı bütün yönleriyle koruyacak bir ulusal çıkış yapması zorunludur. Yirminci yüzyılın ulus devletler çağını iyi değerlendiren Türk Milleti’nin yoluna, anayasasının başlangıcında yer alan “temel ilkeler” doğrultusunda yeni bir cumhuriyetçi program, açılım ve atılımla devam etmesi zorunludur.
Demokrasi adına cumhuriyet devletinin tasfiyesini dayatan küresel emperyalizme karşı ulus devletin gücünü artırmak ama bunu yaparken, demokratik rejime bağlılığı koruyarak hareket etmek, Türk ulusunun önüne yeni bir sınav daha çıkarmaktadır. Her türlü demokrasi dışı ve ara rejim girişimlerine, milli egemenlik adına karşı koyacak güçlü bir ulusal refleksin devreye girmesiyle, Türkiye Cumhuriyeti, geleceğe dönük yeni yapılanmasını gerçekleştirebilir. Zira devletin kurucu önderi Atatürk’ten gelen inkılâpçı birikim Türk ulusuna yön göstermektedir. Sonuçta Türk devleti, istiklâl savaşından gelen çağdaşlığa yönelim ve uygarlıkçı tutumunu sürdürecek; Atatürk döneminde Halkçılık programı ile başlayan siyasal mücadelesini, bugün yeni bir cumhuriyet programı ile tamamlayarak yoluna devam edecektir. Neredeyse bir asra yaklaşan bir sürede var olan Türkiye Cumhuriyetinin, varlığını istikrarla devam ettirebilmesi için, Devletin bozulan, çürüyen ve aksayan yönlerinin giderilmesi, toplumun karşı karşıya kaldığı sorunların çözülmesi şarttır. Günün gelişmiş ülkeleri ile baş edebilecek düzeyde güçlü bir Türk devletinin  yeniden yaratılabilmesi için cumhuriyetçi bir atılımı gerçekleştirecek bir cumhuriyet projesine ve acilen hayata geçirilmesine ihtiyaç vardır.
İLKELER
Cumhuriyetçi Demokrat Parti:  Siyaseti; milli, manevi, ilmi, ahlâki, edebi, fikri değerlerde doğruluk - dürüstlük ve erdem temelleri üzerine inşa eden ve onu; İnsanı mutluluk, güvenlik ve refaha ulaştıracak zaman-zemin, ortam ve süreç hazırlama hizmeti olarak yapmayı amaçlayan,
Ülke ve millet bütünlüğünün, asgari müşterekler ve toplumsal yararların demokrasi, ortak akıl ve uzlaşma kültürü bağlamında oluşturulacak kaynaşma, anlaşma, yardımlaşma ve dayanışma ile milletle işbirliği yoluyla gerçekleşeceğine inanan; Fikir, inanç, söz söyleme, yazılı açıklama, duyuru ve teşebbüs hürriyeti ile haber alma, haber yayma, örgütlenme benzeri “temel özgürlük ve güvenlik garantilerini” insanın evrensel değer, hukuk ve hakları olarak tanıyan, tanımlayan, ileri süren ve savunan,
İnsanın evrensel değerlerine,“Yaşama, beslenme, barınma, öğrenme, inanma ve inandığı gibi yaşama; Onurlu ve sağlıklı bir hayat sürme Hakkı”, adalet ahlâkı ve hukukun üstünlüğüne dayalı, çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi, en ideal, uygun ve insani kamu düzeni ile yönetim biçimi olarak kabul eden,
Şu kadar ki: Cumhuriyeti Fazilet Rejimi ve Demokrasiyi “doğrusal yönde hareket eden,  iyi insan, iyi vatandaş, onurlu ve sorumlu, üretken yurttaş” biçiminde algılayan; Her derece ve düzeyde suç işlemeyi çok ciddi önlemlerle yasaklayan “insani” bir rejim olarak algılayan,  
Adaletin mülkün temeli, bağımsız yargı ve özerk denetimin onun gücü, teminatı ve güvencesi olduğuna, yurttaşların devlet karşısında, yasa ve yargı önünde mutlak eşitliğine inanan, imkân ve fırsat eşitliği ile sosyal devlet, sosyal adalet ve evrensel hukuk ilkelerini benimseyen; Nasıl ki kanunlar Anayasaya aykırı olamaz ise; Anayasanın da insan haklarına asla aykırı olmaması gerektiğine inanan..
Milletin devlet için değil, devletin millet için “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” inanç, ilke ve uygulama bilinci için var olduğuna ve ülkenin ana dinamiğini bireylerin kamu kurum ve özel teşebbüslerinin “Hür teşebbüs ve serbest rekabet” düzleminde oluşturması gerektiğine inanan, devlet memurluğu kavramını “Millet Memurluğu” biçiminde niteleyen,
Devletin asli görevlerini; Ücretsiz “Eğitim, Sağlık, Adalet”, dış güvenlik, huzurlu, güvenli ve sürdürülebilir / istikrarlı toplum düzeni, sosyal devlet ve serbest pazarda temel politikalar ile karma ekonomiye yön vermek “Düzenleme, Destekleme ve Denetleme”  olarak  tanımlayan,
Kuvvetler Ayrılığı ilkesini: “Yargı, Yasama, Yürütme ve Denetleme” bağlamında dört ana kategoride temelleyen ve TBMM şahsında mündemiç özerklik üzerine kurmayı amaçlayan:, Günümüzde Milletvekillerine sağlanan bilumum ayrıcalık ve imtiyazları red ve sadece hakkı müktesepleri ve muadilleri ile eşit şartlar altında çalışmak kaydıyla kendilerini millete adayan idealist vatanseverler olarak tasarlayan ve plânlayan,   
Siyasi mücadeleyi; Ülkeyi ve Milleti ileri götürecek gerçekçi program ve projeler üzerinde hoşgörü, ikna, inkılâp ve uzlaşmaya dayalı, bir hizmet ve erdem yarışı olarak kabul eden., Yedek Milletvekilliği ile siyasette çürüme, istismar, suiistimal ve yozlaşmayı önleyen,
Açık, adil, dürüst ve şeffaf delege seçimi ve Teşkilât Yoklaması dışında: İnsan Hakları, Eşitlik ve Adalet normlarına aykırı bütün aday tespit usullerini reddeden; Çarşaf Liste dışında aday listesi çıkartılmasını yasaklayan ve kesinlikle anahtar liste istismarına imkân vermeyen,    
Siyasi partiler ve Sivil Toplum Kuruluşlarının, başta Hazine Yardımı olmak üzere, çeşitli ad ve namlar altında devletten para almasını kesinlikle reddeden; Milletin kendi inisiyatif, refleks ve kuruluşlarını, kendi katkılarıyla yaşatmasını ve hiçbir baskı, güdüm ve manipülasyon etkisi altında kalmadan “anayasa ve kanun çerçevesinde” özgürce sürdürmesini savunan, 
Halkın yönetime fiilen katılmasının demokrasi için hayati bir önem ve değer taşıdığına, bu amaçla iyi yetişmiş kadro ve genç kuşakların “tabandan tavana” siyasete taşınması gerektiğine ve parti içi demokrasinin vazgeçilmez bir ilke ve mutlak takipli zorunluluk olduğuna inanan,
Ülkemizin, sorunlarını çözüp dünya’nın ileri, gelişmiş ve kalkınmış ülkeleri arasındaki seçkin yerini, bir an önce alabilmesi için devlet ve siyasetin, köklü bir yeniden yapılanma; değişim, dönüşüm ve rehabilitasyon programı ile “Cumhuriyetin kuruluş ayarları güncellenerek” ileri, çağdaş, atılımcı-açılımcı ve modern bir düzeye getirilmesini tek çıkış yolu olarak gören,
Cesur, yenilikçi, Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâbı doğrultusunda değişimi esas alan:, “Tarihi ve kadim Halk Fırkası ile bizzat Mustafa Kemal Atatürk tarafından hazırlanan Demokrat Parti Programının bileşkesi ve güncel sentezi olan çağdaş bir program” ile Türkiye’nin ve Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarının dünyanın ileri, gelişmiş, kalkınmış ve muasır medeniyetler ile birinci sınıf devletleri arasında yer alacağına kuvvetle inanan,
Yeniden yapılanma, rehabilitasyon ve değişim programı ile ana misyonu'nu “İnsana dayalı, üretim odaklı, refahı tabana yaymayı öngören proje, eser ve hizmet olarak belirleyen; İstiklal savaşındaki misak-ı milli ruhu, şuuru ve bütünlüğü ile Milli devletin tam bağımsızlığını garanti eden; Halkın özgürlük, zenginlik, mutluluk ve güvenlik haklarını koruyan ve ülkenin geleceğini demokratik bir atılım ile aydınlatacak “Yeni Cumhuriyet Programı’nı” milletle birlikte yüklenerek, bütün vatandaşlarımızla paylaşmayı hedefleyen ve başarmaya söz veren,
Ve bu amaçlarla ülkenin yönetimine talip olarak; Milletten hükümet ve iktidar isteyen; “Cumhuriyetçi, Demokrat, Atatürkçü ve Milliyetçi” Bir siyasi partidir.
PROGRAM VE PROJE HEDEFLERİ
Türkiye Cumhuriyetini “Ebed-müddet Devlet” emel ve ideali kaidesinde, emin adımlarla, tam bir istikrar, irade ve kararlılıkla atiye taşıyacak kudrette sağlam; Kuruluş kodları esas alınarak,  Atatürk ilkeleri ve Türk inkılâbı doğrultusunda tamir, ıslah ve ihya ile yeniden yapılandırmak.
Devletin kaidesinde yükseldiği “ileri, çağdaş ve modern kurumlar ile bütün alan ve sektörleri, kamu idare ve idame cihazını” bu inanç, istinat ve ilmi siyaset çerçevesinde rehabilite, restore, imar ve inşa etmek. Başka bir deyişle: Cumhuriyeti, kuruluş ilkeleri esas alınarak ileri, çağdaş ve modern normlar çerçevesinde güncelleyip, orijinal fabrika ayarlarına yükseltmek.
En değerli varlığımız İnsan Unsuru ile Misak-ı Milli Akdi kapsamındaki Vatan Topraklarını; Milli Birlik, beraberlik, kederde ve kıvançta ortaklık; Akıl, bilim, adalet, hukuk ve demokrasi kültürü esas alınarak; Ulus Devlet olarak, tam bir onur, erdem, ilke, kararlılık ve sorumlulukla sahiplenmek, korumak ve kollamak
Türk Devleti ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün; Milli Siyaset, Milli Devlet ve sosyal hayatın temel esasları olarak vazettiği “Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve İnkılâpçılık” ilkeleri ile İnkılâp Kanunlarını ihya ederek fiilen hayata geçirmek:, Milleti, aralarında hiçbir ayrım, etnik, dini-mezhebi ve felsefi farklılık gözetmeksizin “tek bir bilek ve tek bir yürek olarak” Cumhuriyetçi, Demokrat, Atatürkçü ve Milliyetçi bir halk hareketinde toplanmaya çağırmak. 
Başta Anayasa olmak üzere yürürlükteki mevzuatı; İnsan hakları, Eşitlik ilkesi, Adalet ahlâkı ve objektif Hukuk normlarına uygun hale getirmek; hayatı kolaylaştırmak, ülke ve devletimizi “özgürlük ve güvenlik içinde rahat; Geleceğe güvenle bakılabilir, huzur içinde yaşanabilir, mamur ve müreffeh” bir konum ve birinci sınıf dünya devleti düzeyine çıkartmak.
Milli Ekonomiyi “İzmir İktisat Kongresi” ve 1923-1938 & 1950-1960 dönemi icraat ve yasal mevzuatı esas alınarak: “İnsan Odaklı, Sosyal Devlet ve Ekonomik Bağımsızlık esaslı” ulusal bir tabana oturtmak. Vergi adaletini temin ve tesis etmek, kamu çalışanlarını bütünüyle vergi mükellefi olmaktan çıkartmak... Milli Eğitim, Adalet ve Sağlık hizmetlerini ücretsiz kılmak.
Uluslar arası ilişki, antlaşma ve bağlantıları: “Mutlak mütekabiliyet esasına dayalı, eşit-adil ve sürdürülebilir şartlarda, karşılıklı menfaatleri koruyacak biçimde” revize etmek, 1958 yılından itibaren 60 senedir devam eden “AB katılım sürecini”, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AT) mevzuatına döndürüp eşitlerin birliği ilkesine uygun olarak ticaret anlaşmasına dönüştürmek.  
Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Yasalarını revize edip; Milli Delege ve bütün seçilmişlerin denkliği ve yedekliği sistemini getirerek, “Temsilde Adalet ve Yönetimde İstikrar” sisteminin “asla kesintiye uğramadan” yürütülebilmesini sağlamak. Buna göre:        
A-ANAYASA VE DEVLET SORUNU
Devletin demokrasi esaslarına göre çalışması cumhuriyet rejiminin özüne ve ilkelerine hiçbir zaman aykırı olmamak zorundadır. Ulus devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin merkezi ve milli yapılanmalarını güçlendirecek bir milli idari reforma acilen gerek vardır. Ayrıca, I921 anayasasının uygulanması sırasında kurucu idarenin devletin taşra örgütünü denetlemek üzere tesis ettiği umumi müfettişlik kurumu yeni dönemde genel valilik olarak gündeme getirilerek, yerel yönetimler bakanlığı ile yerel yönetimler arasında bir uygulama köprüsü kurulacaktır.  
Bu nedenle, acilen yeni bir kanun çıkartılarak bütün şehir uygulamalarına son verilecek ve Avrupa’da uygulanmayan yerel yönetimler özerklik şartının Türkiye’de kabulü ve hayata geçirilmesi kesinlikle önlenecektir. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesiyle birlikte, merkezi idarenin taşra örgütlenmesi de gündeme getirilecek milli idari reform  sayesinde yeniden ele alınarak üniter devlet modeli çizgisinde güçlendirilecektir.
Yargı en üstteki yüksek organlardan en alttaki birinci derece mahkemelerine kadar her türlü siyasal baskı ve yönlendirmenin dışında hareket ederek, siyasal iktidarlar üzerinde hukukun denetimini kuracak; I961  anayasasında var olan çift meclis sistemi, siyasal iktidarın denetimi ve frenlenmesi için batı ülkelerinde olduğu gibi cumhuriyet senatosu yeniden tesis edilecektir.
Milli idari reform ile devlet yapısı daha da büyütülerek güçlendirilirken yeni bakanlıkların kurulmasına da öncelikle yer verilecek. Bunun için çeşitli bölgelerdeki etnik ve alt kimlikçi yapılanmalara karşı birliğin korunması doğrultusunda üst kimlik olarak Türklüğü benimsemiş vatandaşların devreye girerek, ülkede kopma eğilimlerine karşı denge kurmaları sağlanacaktır. Türklerin Türkiye’ye yeniden yerleşmeleri sağlanarak Türk toprakları ile Türk vatandaşları arasında kopmaz bağlarla yeni birliktelik devletin yeni bir yaklaşımı olarak geliştirilecektir.
Ankara merkezli yeni bir yapılanma planı sayesinde, Türklerin Türkiye’nin her köşesine yeniden dengeli bir biçimde yerleşmeleri sağlanarak, yeni kurulacak Göç Bakanlığı aracılığı ile iç ve dış göçler yolu ile yeni gelen insan topluluklarının ülkenin bütünleşmesine katkı sağlayacak düzeyde bir yeni yapılanmanın önü açılacak. Aynı bölgede kurulmuş olan Türk devleti de benzeri önlemleri alarak ülke ve devlet birliğini koruma hakkı kullanılacaktır. Zira üç kıta arasındaki merkezi alandaki emperyal gelişmeler ve nüfus hareketlerinin yeni devlet yapılanmalarını zorladığı için merkezi konumdaki Türk devletinin varlığını sürdürebilmek için kendini koruyucu önlemler alması sağlanacaktır. 
B- ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE DIŞ POLİTİKA
Dünyanın orta alanındaki yeni devletleşme projelerine karşı, Türkiye’nin öncülüğünde bölge devletlerinin bir araya gelerek dayanışma içerisinde Avrupa Birliği ya da Afrika Birliği gibi, aynı yönde Merkezi Devletler Birliğinin oluşturulması sağlanmaya çalışılacak; İngiltere’nin Yakın Doğu Konfederasyonu, ABD’nin Büyük Orta Doğu, İsrail’in Büyük İsrail Projelerine karşılık, Türkiye Cumhuriyeti de kurucu önder Atatürk’ün yolundan giderek, bölgenin diğer önemli devleti İran ile bira raya gelerek yeni bir Sadabat Paktını “Merkezi Devletler Birliği” olarak ortaya koyacaktır..
Ayrıca ikinci Bakü Kongresi toplanacak ve soğuk savaş sonrası dönemde merkezi alandaki devletlerin bir araya gelerek  kendi ve bölge güvenlikleri için bir bölgesel ittifakın temelleri atılacak. Bakü merkezli bölgesel ittifakta Türk-İran ortaklığının temelini oluşturacağı bir bölgesel birlik içinde Irak, Suriye, Azerbaycan ve Gürcistan gibi komşu ülkeler katılacak.  Altı bölge devletinin oluşturacağı merkezi Devletler Birliğinde NATO benzeri bir güvenlik örgütlenmesi CENTO adı ile yapılandırılacaktır. Böylece ikinci kez merkezi devletler bir güvenlik örgütünün şemsiyesi altında toplanarak hem bölgesel teröre, hem de üçüncü dünya savaşı girişimlerine karşı çıkabileceklerdir.
Merkezi alandaki çekişmeler sonucu terör giderek bir üçüncü dünya savaşını tırmandırırken, Atatürk’ün ana ilkesi olan “yurtta ve dünyada barış” ilkesi bu kez komşular arasındaki iyi ilişki ve dayanışma sayesinde Orta Doğu bölgesinde istikrar sağlanacak. Böylece, doğu ve batıda oluşan sekiz büyük millet imparatorluğunun orta dünyayı ele geçirmelerini önleyecek bir büyük devlet yapılanması sayesinde merkezi alana sürdürülebilir barış getirilebilecektir. 
Sovyetler Birliği zamanında dış dünyaya kapalı kalan Türk dünyası ile yakın ilişkilerin önümüzdeki dönemde öncelikli olarak ele alınacak ve Türkiye’nin doğru çizgide doğuya açılımının Türk dünyası üzerinden sağlanacaktır. Türkiye kesinlikle Türk dünyası üzerinden doğuya açılmalıdır. Türkiye dünyanın jeopolitik merkezinde yer aldığı bilinci ile hareket ederek  doğu-batı ve kuzey-güney dengelerine dikkat etmek zorundadır. Türkiye AB’ne üye alınmayacağını bilerek Avrupa  ülkeleriyle ilişkilerini geliştirecek, Avrupa dengelerini Arap ve İslam ülkelerine karşı kullanabilecek düzeyde esnek bir diplomasi ile bulunduğu yerdeki güçlü konumunu koruyacaktır. ABD ile ilişkilerde Türkiye’nin hiçbir zaman askeri üs ya da sınır karakolu olarak kullandırılmayacak, savaş alanlarına piyon ya da taşeron olarak sürülmesine izin verilmeyecektir.
C - EKONOMİ VE MALİYE
Özelleştirme adı altında devletin mallarına el konulmasına son verilecek. Bu doğrultuda kamulaştırma işlemine başlanarak, yeniden devletin kendi ekonomik alanına egemen olması sağlanacak; Özelleştirme kurumu kapatılarak, kamulaştırma kurumu oluşturulacak ve devletin elinden alınan bütün Kamu Ekonomik Kurumları yeniden kurulacak; Halkın ihtiyaç duyduğu ve yokluğunu açıktan hissettiği her alanda, yeni bir Kamu İktisadi Kuruluşu teşkil edilecektir. 
Haksız, adaletsiz ve aşırı dengesiz bir ekonomik gidişe karşı çıkarak bunu durdurmak bir ulus devletin öncelikli görevidir. Acilen servet dağılımı yeniden ele alınıp, toplum kesimleri arasındaki anayasal eşitlik ilkesine daha yakın bir bölüşme sistemi tesis edilecek ve Devletin  sahip olduğu ekonomik değerlerin, halka eşit ve adil ölçülerde dağıtımı sağlanacaktır.
Küreselleşme aşamasında devre dışı bırakılan Devlet Planlama kurumu yeniden eski işlevine kavuşturulacak ve bu kurumun sağlayacağı kalkınma planları doğrultusunda yeniden planlı ekonomiye dönülecek; İzmir İktisat Kongresinde, devletin kuruluşunda kabul edilen ulusal ekonomi ilkesinin her türlü emperyal ekonomik plana karşı kararlı bir biçimde uygulamaya aktarılması gerçekleştirilecek ve Devlet vatandaşlarına gelecek güvencesi sağlayacaktır.
İMF ve Dünya Bankası tarafından uygulanan borçlandırma ve kredilendirme programlarına derhal son verilerek, ulusal çıkarlar doğrultusunda bağımsız ekonomiye dönülerek kölelik düzenine bir son verilecektir. Batılı ülkeler ile şimdiye kadar imzalanan ve Türkiye’yi bir sömürge durumuna düşüren gizli ikili anlaşmalara son verilecek; Eşit ilişkilere dayanan yeni ekonomik açılımlar dünyanın çeşitli bölge ve ülkelerine karşı uygulama alanına getirilecektir.  
Ayrıca, küresel kapitalizmin baskıları ile kapatılmış olan kamu bankaları yeniden açılarak, bankacılık sisteminin tekrar kamu bankalarının denetimi altına alınması sağlanacak; Başta Sanayi bankası Sümerbank, Konut bankası Emlakbank, maden bankası Etibank, Ticaret Bankası Türk Ticaret ve Oayakbank  ile Denizbank yeniden kamu bankaları statüsünde kurularak, bankacılık sistemi, batılı emperyalistlerin sömürü aracı olmaktan kurarılacaktır.
Bu aşamada, Atatürk’ün bankası olan Türkiye İş Bankasının küresel sermayeye satılması önlenecek ve bankanın geleceğini güvence altına alacak yeni bir sistem geliştirilecektir. Özellikle ve önemle T.C. Merkez Bankasının statüsü yeniden belirlenecek ve bu bankanın sermaye yapılanmasının dış güçler tarafından kullanılması kesinlikle önlenecektir. Böylece, T.C. Merkez bankasının yeniden kurulmasıyla, hissedar konumundaki batılı emperyalist devletler ve şirketler, kurumun bünyesinden çıkartılacak:, Yüz yıllardır Türklerin elinde olan İstanbul kentinin, yeniden Bizans’a dönüştürülmesi planları doğrultusunda kurulmuş bulunan İstanbul borsası derhal kaldırılacak; Ankara yeniden Kuvayı Milliye’nin Ankara’sı olarak örgütlenerek, ekonomik bağımsızlık savaşı ile ulusal kurtuluş savaşı tamamlanmış olacak bu meyanda da ülkeyi bölmeyi ve geleceğin eyalet devletleri oluşturmayı hedefleyen Ekonomik Kalkınma Ajansları uygulamalarına son verilecektir.
Ülkemiz ekonomik alanda yüksek teknolojiye dayanan üretim düzenini “bağımsız ekonomisi için” acilen kurmaya mecbur olup; Avrupa Birliğine giriş sürecinde devre dışı bırakılan Türk tarımının yeniden ele alınarak ihya edilmesi zorunludur.
Uzay çağı ve geleceğin ekonomisindeki enerji ihtiyacını karşılayacak stratejik madenler, yeni bir ulusal madencilik projesi ile kamulaştırılacak ve sadece kamu yararına kullandırılacaktır.
Bağımsız bir ülkenin bütçesi ulusal gelir kaynakları ile yapılır. Tam bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti için, Türkiye’nin maliye ve ekonomisinin yeniden milli güçlerin denetimine ve Türk devletinin kontrolü altına girmesi temin edilecek; Ülke ekonomisinin güdümlü piyasalar üzerinden denetimine son verilerek, Türk halkının ulusal çıkarları doğrultusunda  devlet merkezli bir uygulamaya geçilebilmesi için kamu sektörünün genişletilmesi sağlanacaktır.   
D- EĞİTİM VE KÜLTÜR
Her ülke ve devletin kendi eğitim, öğretim ve kültürüne sahip çıkma, bunları yeniden üretme hakkı vardır. Bu hak gerektiği biçimde mutlaka kullanılacak; Türk ulusunun uluslaşma sürecinin tamamlanabilmesi için, Kültür Bakanlığının adı “Milli Kültür Bakanlığı” olarak değiştirilecek; Eğitim alanının bir kamusal alan olduğunun kabulü temin ve tesis edilecektir. Bunun benimsenmesi sonrasında eğitimin parasız olması ve toplumun her kesiminden gelen gençlere aynı düzeyde  etkin ve kaliteli eğitim verilecektir. Türkiye cumhuriyetinin en önemli özelliklerinden  birisi de eğitim birliğinin sağlanmasıdır. Gelişmiş batı ülkelerinde görüldüğü gibi, yaşam boyu eğitim programlarının geliştirilebilmesi için her şehir ya da ilçede yaşam boyu eğitim merkezleri kurulacaktır. Yüksek öğretim düzeni yeniden ele alınarak bugün gelinen aşamadaki bilgi düzeyi doğrultusunda yeniden bir değerlendirme yapılacak; Eğitimin yanı sıra kültür alanında da yeni atılımlar yapılacaktır.
E- SAĞLIK VE SOSYAL GÜVENLİK
Sağlık alanı  insanların yaşam haklarını güvence altına aldıkları bir kamusal alandır. Sağlık ve yaşam haklarına uygun bir çizgide sağlık sektörünün yeniden güçlü bir kamusal alan olarak düzenlenecek; Devlet hastaneleri ile birlikte üniversite hastanelerine de el konularak bunların özelleştirilme görüntüsü altında Amerikan ilaç şirketlerinin kontrolü altındaki uluslar arası sağlık firmalarına devredilmeleri oyununa son verilecektir. Üniversite hastanelerinin yeniden rektörlüklere devredilerek  tıp eğitim düzeninin yeniden kurulacak; Sağlıkta reformun, küresel şirketlerin çıkarları doğrultusunda değil, insan haklarının en üst düzeyde geliştiği bir aşamada sağlık hakkı doğrultusunda yeniden yapılandırılacaktır.
Koruyucu sağlık hizmetlerinin kişilere yönelik ya da çevreye yönelik olmak üzere iki başlık altında ele alınması ve zaman içerisinde gelişmeleri sağlanacak ve Türkiye’de giderek çevre kirliliğine sürüklenirken bir çevre makro planının acilen devreye sokulacak:, Dünyanın gelir dağılımı en bozuk ülkelerinden birisinin Türkiye olması dikkate alınarak, devletin sosyal güvenlik  hizmetlerine bu açıdan da önem vererek yaklaşmasına çalışılacaktır. Açlık sınırında yaşayan orta tabakalar ile işsizliğe mahkûm edilen emekçi kitlelerin  bütün sosyal giderlerinin devlet tarafından sırtlanması zorunlu hale geldiği gerçeği dikkate anılarak gereği yapılacaktır.
Bir İslam ülkesi olmamıza rağmen, kadının toplumdaki yeri ve statüsü her zaman tartışma konusu olmakta, Kadının siyasette, sosyal hayatta ve bürokraside konumu güçlendirilerek, kadın çalışan sayısının artırılması sağlanacaktır. Zira Kadınları  erkeklere muhtaç durumdan kurtaracak düzeyde iş ve çalışma olanaklarına kavuşturmak insani ve hayati bir zorunluluktur. Yasalar ve hukuk makamları önünde erkeklerle birlikte eşit koşullara sahip olan kadınların, erkeklere karşı korunmaları ile de ilgili önlemlerin alınması için gerekenler yapılacaktır.
F- HUKUK VE DİN 
Hukuk ve din alanlarının birlikte ele alınmalarında, ülkenin ulusal çıkarları açısından büyük yarar vardır. Türkiye Cumhuriyeti de bir anayasal devlettir ve anayasaya dayanan bir hukuk düzenin üzerinde kurulmuştur. Bu nedenle Türk devleti öncelikle bir hukuk devletidir ve her türlü işlemi kesinlikle adalet ahlâkı ve hukuka dayanmak zorundadır. İnsanlık düşmanı, hak ve adalet karşıtı Küreselleşmenin getirdiği hukuk uygulamaları, hukuk alanına yeni katkılar getireceğine, tam tersini yapmış ve büyük tahribatlara yol açmış olmakla bunlar tamir, imar ve yeniden “İnsan hakları, adalet ve objektif hukuk normları doğrultusunda” inşa edilecektir.   
Örneğin: Kamu denetçiliği kurumu, idari yargıya  paralel bir yapılanma getirerek uygulamada düplikasyonlara yol açmıştır. Hakemlik uygulamaları ise, küreselleşme sürecinde karşı tarafı yabancı olan kesimlere yaramış; Arabuluculuk uygulamaları da bir anlamda devletin resmi hukukunu devre dışı bırakan özel hakemlik  kurumuna dönüşme eğilimi göstermiştir. Her üç yeni kurum, küresel emperyalizm tarafından desteklenerek bütün devletlere empoze edilirken, yerleşik devlet yapılarının üretmiş olduğu ulusal hukuk dışlanmış ve denetçi, hakem ve de arabulucu kişiler üzerinden hukukun bireyselleştirilmesi sağlanmak istenmiştir. Hukuka bireyselleşmeyi getirerek ulus devletlerin hukuk yapılarına zarar veren bu üç kurumun bir an önce kaldırılarak, ulus devlet hukukuna geri dönülmesi gerekmektedir.           
Türkiye’de hem Müslümanların hem de gayrimüslimlerin, hem Sünnilerin hem de Alevilerin yaşaması din ve mezhep çekişmelerine neden olduğu için, cumhuriyetin kurucuları laik devlet düzeni içerisinde sorunu çözmek istemişlerdir. Bu nedenle, Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili kanun yeniden düzenlenerek bu kurumun çatısı altında Dinler Yüksek Kurulu ile Mezhepler Yüksek kurulu gibi iki ayrı yüksek kurulun getirilmesi ve bu organlarda dinler ile mezheplerin ayrı ayrı temsilcilerinin katılması, ülkede yaşanmakta olan  çekişme ve çatışmaların aşılması açısından yararlı olacaktır. Avrupa’da  2 bin yıl boyunca yaşanan din ve mezhep kavgalarının Orta Doğu’ya taşınması, üçüncü dünya savaşı tehlikesi nedeniyle  kesinlikle önlenmelidir. 
GÜNCEL SEBEPLER VE HAREKETİN DİĞER GEREKÇELERİ
Bu gün itibarıyla Devlet; Bütçesi dâhil bütün kurum ve kuruluşları ile rayından çıkmış, dış borçlar nedeniyle kamu varlığı ipoteklenmiş ve iflas etmiş bir görünümdedir. Her geçen gün borçlar artmakta, ülkenin üretim ve yatırım potansiyeli, giderek ithalata dayalı tüketim, lüks ve israf ile vahşi kapitalizmin Rant ekonomisine akmakta; Başta tarım, hayvancılık ve yerli sanayi olmak üzere, bütün alan ve sektörlerde üretim iflâs noktasına doğru sürüklenmektedir. Tahammül edilemez boyutlara varan Hayat Pahalılığı çekilmez ve dayanılmaz hale gelmekte, müzmin ve aşırı enflasyon kamçılanmaktadır. Üst üste gelen bunalım, buhran ve krizler, ülke şartlarını 1939 (İkinci Dünya Savaşı)’dan daha geriye götürmüş ve yeniden Atatürk’ün Halk Partisi ve kadim Demokrat Parti aranır mumla olmuştur.
Halk, dünyada yıllardır unutulan vahşi kapitalizm ve mevcut zihniyetin işbirlikçisi İnsanlık düşmanı emperyalizmin ve bunun doğal sonucu olan: Hayat pahalılığı, İşsizlik, Olağanüstü Hal yönetimleri, dikta, sulta ve enflasyonun pençesinde kıvranmaktadır. Boyutları her yıl büyüyen kayıt dışı ekonomi, aşırı vergi kaçakları ve adaletsiz vergi yükü Türkiye de  haksız kazançları ve mafya-medya-siyaset sacayağını egemen kılmakta; İhracat hızla artan ithalatı takip edememekte ödemeler dengesinde cari açık büyümektedir.  Bavul ve sınır ticareti ile Turizmden elde edilen döviz gelirleri tehlike sinyalleri vermekte, sıcak para girişinin seyri de buna eklenince, ülkemiz henüz bir kriz bitmeden diğerine sürüklenmektedir. Ülke, ekonomik-sosyal, siyasal, etnik, dinsel ve kültürel patlamalara açık bir hale getirilmiştir:
Gelir dağılımı hızla, tehlikeli bir biçimde bozulmakta, zenginler ve fakirler arasındaki uçurum artmakta, fakirlik ve işsizlik yaygınlaşıp derinleşmektedir. Ülkenin asırlarca barış ve mutluluk içinde birbiri ile ahenk halinde götürdüğü ekonomik, dini, etnik, sosyal ve kültürel çeşitlilik ve farklılıklar, bugün toplumda gerilim ve çatışma doğurabilecek boyutta kronik sorunlara dönüştürülmektedir. Sosyal Barış ve Huzuru tehdit eden kutuplaşmalar, aşırılıklar, sosyal çatışmalar, rüşvet, iltimas, adaletsizlik ve terörizm yaygınlaşmakta ve hızla derinleşmektedir. İnsanlarımızın birlikte ve bir arada var olma gelenek ve yetenekleri, birbirinin varlığını tehdit eder hale dönüşmüş bulunmaktadır.
Hızlı göç, savaş ve kriz alanlarından sığınmacı akını ve buna paralel çarpık yerleşme; Aç ve çıplak, işsiz-güçsüz yığınların işgali büyük yerleşim merkezlerinin korkulu rüyası olmuştur. Altyapısız ve düzensiz şehirleşme; Plânsız-programsız ve disiplinsiz yerleşme ile Ülkenin geleceği için büyük önem taşıyan eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik sistemleri felce uğrayıp çökmüş ve çağın gerisinde kalmış olup; Şu hale nazaran ülke ve milletin geleceği için önemli ve ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.
Başta mevcut siyaset kurumları olmak üzere: Bazı devlet kurumu ve politika kuruluşlarının kadro, davranış ve yönetimlerine duyulması gereken güven kaybolmuştur: Bunların  halktan kopuk, oligarşik bir görünüm kazandıkları kanaati derinleşmekte, geciken veya çalışmayan “Adalet ve Yargının” yerini çeşitli mafya, silâhlı güç ve şiddet kuruluşlarının aldığı, iddiaları yaygınlaşmaktadır. Ayrıca Türkiye Dış politikada gittikçe derinleşen bir yalnızlığa, yanlış tercih, basiretsiz teşebbüs ve tehlikeli mecralara sürüklenmektedir:
Zayıf ve yetersiz “Ülke Yönetimi”, “Siyasi İstikrarsızlık” ile Ekonomi, Sosyal yapı ve Rejim ile ilgili olarak sık, sık gündeme gelen bazı sorunların bunalım boyutlarına ulaşması, uluslar arası alanda dış itibarımızı riske etmekte ve zedelemektedir. Başta Yunanistan olmak üzere komşu ülkeler, Kıbrıs, Suriye, Irak, İran ile bazı Kafkas ve Balkan Devletleriyle aramızdaki sorunlar uzun yıllardır çözülememiş; Aksine (Suriye-Irak ve Yunanistan meselelerinde olduğu gibi) derinleşmiş ve yer yer kriz, bunalım ve buhranlara dönüşmüştür. Avrupa Birliğine girme çabalarımız, ulusal onurumuzla bağdaşmayan bir noktadadır. İslâm ülkeleri ile ilişkilerimizde ise geçmişteki yakınlıkla bağdaşmayan bazı önemli olumsuzluklar vardır. Türkiye Dış İşleri ve ilişkilerinde gittikçe derinleşen bir yalnızlığa yanlış ve tehlikeli mecralara itilmektedir. Medeni Dünya ile bütünleşip, entegre olma yolunda birinci sınıf devletler arasında yer alma istek ve gayretlerimiz ise neticesiz kalmakta ve sonuç alınamamaktadır. Bir zamanlar Ortadoğu’nun yükselen yıldızı diye gıpta edilen ve dikkatle izlenen ve büyük bir dünya devleti olma yoluna giren Türkiye bugün kısır siyasi kavgaların, çekişmelerin vizyon ve yetenekten yoksun, atıl ve yozlaşmış politikaların girdabında, üçüncü  sınıf bir taşra devleti görüntüsü vermektedir. 
Demokrasimiz insan hakları adalet ve hukuktan yoksun bir sürece sokulmuştur. Anti - Demokratik  dayatma, insan haklarına aykırı ve hukuk dışı gelişmeler her gün biraz daha yaygınlaşmakta; Devlet memurları çağ dışı bir Mc Carthy zihniyeti ve yasal  tariften yoksun sübjektif suçlamalarla korkunç bir kıyıma uğratılmakta:, Hiçbir objektif ve adil norm esas alınmaksızın sürdürülen kadrolaşma devleti zaafa düşürmekte; Kıdem, ehliyet ve liyakat riyakârca dışlanmaktadır. Devletin yönetim ve denetim kalitesi sürekli düşürülmektedir.
Medya’nın değerli pek çok yazar ve yorumcusu siyasal dayatmalarla susturulmuş, işlerine son verilmiş, yazar, ama-yazamaz hale getirilmiştir. Üniversitelerde uygulamaya kalkışılan usul-esas ve insanlık dışı kurallar çağdışı faşist yöntemlerin çirkin görünümlerini ülke gündemine getirmiştir. Sanayici, Üretici ve İş adamları inanç ve fikirleri nedeni ile ilerici-gerici, irticacı-laik, kırmızı veya yeşil sermaye diye kamplara bölünmekte, sadece fikirlerini ifade ettikleri için pek çok siyasetçi siyasi hayatlarını sona erdirebilecek ağır cezaların tehdidine maruz kalmaktadır.
En son “ittifak aldatmacası” ile yapılan Seçim ve Sandık Kurullarına dair değişiklikler, Milletin oy kullanma hakkı, seçim ve sandık güvenliğini bertaraf etmiş ve sandığın namusu tehlikeye sokmuştur. Sözde, Yeni Türkiye düzenine uyum adı altında torbalar dolusu kanun, kararname, tek yanlı, antidemokratik ve ceberrut idare tasarıları TBMM gündemindedir.
SONUÇTA:
Ülke ve Demokrasi, ekonomi, siyaset, sosyal hayat ve dış politika da derinleşen sorun ve bunalımlarla tıkanmıştır. Türk Milleti haksız yere aldatılmakta, uyutulmakta ve çok insafsızca sömürülmektedir. Görünürde müesses bir devlet vardır ama devlet aklı, umuru, bil-umum hak, imkân ve kaynakları siyasete, kifayetsiz muhterislerin hırs ve ihtiraslarına peşkeş çekilerek kurban edilmiş bulunmaktadır.
Şu hale nazaran ve kurulu partilerin muhalefet yapmaktan aciz kalmaları ve/veya haksızlık ve yolsuzluklarda iktidara ortak/işbirlikçilikle yanaşmaları, yandaş-yoldaş olmaları nedeniyle:, Türk Milletinin hukukun içinde ve mevcut adalet ve ahlâk kuralları dâhilinde karşı mücadele vermesi meşru ve hukuki bir hak; Halkın da bu teşebbüs içinde yer alması zorunlu bir vazife haline gelmiştir.
İşte, 
“CUMHURİYETÇİ DEMOKRAT PARTİ” 
bu nedenlerle kurulmak istenmektedir.